20 Nisan 2024, Cumartesi
02.09.2022 04:30

Kocatepe fotoğrafının izinde: Kurtuluş’un sembol fotoğrafını gazi Etem Tem mi yoksa ajan Jean WeInberg mi çekti?

En az 94 yıldır, Büyük Taarruz’un anıtsallaşan fotoğrafını Etem Tem’in çektiğini biliyoruz. Ancak Atatürk Köşkü’nün duvarları bu bilgiyi doğrulamıyor. Bir yanda Tem’le ilgili anlatı ve bulgular, diğer yanda Jean Weinberg’in fotoğraf üzerindeki imzası var. Konuyu uzmanların araştırması şart görünüyor

Tarih 26 Ağustos 1922. Yer Kocatepe. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından Kurtuluş Mücadelesi’ni belgelemekle görevlendirilmiş fotoğrafçılardan, orduda fotoğraf makinesi sahibi tek yedek subay olan Etem Tem anlatıyor:

“…Kocatepe’nin kayalıkları üzerinde Mustafa Kemal bir taraftan dolaşıyor, bir taraftan da mütemadiyen:

-Haydi bakalım Hacıanesti, kelimesini tekrar edip duruyordu. 

…Saat 10’da muharebe azami şiddetini bulmuştu. 23. Fırkamızın bulunduğu Tınaztepe’nin doğusundaki tepeyi düşman tekrar işgal etti. Bal Mahmut şimalinden de düşmana takviye kolları gelmekte olduğunu tarassut dürbünüyle görüyorduk. Mustafa Kemal 23. Fırka’ya kat’i emri verdi:

-Bu tepe işgal edilecek!

İşte tam bu sıralarda 23. Fırkamızdan gelen rapor fotoğraftaki manzarayı yarattı. Sağda birbirine yıkılmış gibi duran grubun arkasından ilk evvel ayrılan Başkomutan’dı. Raporu okur okumaz o grubun içinden ayrıldı. Yalnız başına kayaların içinde biraz dolaştı ve kararını vermiş bir vaziyette o gruba doğru ilerlediği görülüyor. 

Evet, bu çok ikonik bir fotoğraf, ama Etem Tem’in filmleri yanmasaydı bir de şöyle bir karemiz olacakmış: “26 Ağustos, saat 14.00. Salih Bey (Bozok) elinde bir karpuz dilimi yalvararak Mustafa Kemal’e uzattı, yemesini rica etti. Mustafa Kemal yere çömelmiş, sırtını sipere dayamış vaziyette dilimi ısırarak yiyordu. Manzara harikulade… Makinemi açtım. Gülerek yüzüme baktı: ‘Çek’ dedi, ‘Fena değil böyle.’ Görecektiniz… Bu hazine İzmir’de yandı, kül oldu.” (Tem’in hatıratından)

Başkumandan’ın buradaki bu vaziyetini tarihe gösterebilmek şerefi benim objektifime düştüğü için ne kadar övünsem haklıyım zannederim. Bugün o tarihten 25 seneye yakın bir zaman geçtiği halde o resme ve o manzaraya bakmaktan ben hala doyamadım. 

İstanbul’da Taksim’de abide yapılacağı zaman Canonica (İtalyan heykeltraş) İstanbul’a gelmişti. O zaman (1926) Abide Komisyonu Reisi Doktor Hakkı Şinasi Paşa beni çağırdı ve bu resmin büyük kıtada bir agrandisman (büyültme) ile Anadolu harbine ait bazı motifler ve tip resimleri istemişti. …Muayyen günde fotoğrafları teslim ettim. Abide yapıldı. Sonuç malum.

…Bir Taksim Abidesi’nde o duruşa bakınız. Bir de büyük Gazi’nin o sabah Kocatepe’nin taşları arasında alınmış resmine bakınız: Sade bir asker esvabı, teklifsiz bir tavır, çevik bir vücut çizgisi, sonra bütün vukuatı içinde doğurup içinde yoğuran o baş, o harikulade insan kafası… Resme bir defa daha bakınız. Hiçbir milletin bu alelade fotoğrafından daha güzel kurtuluş abidesi yoktur. Bu resim başlı başına bir abide yapılmalıdır.”

Aynısını Otyam’a da anlatıyor

Eski gazeteci Suzan Kapsız Etem Tem’in bu satırlarının da bulunduğu hatıratını ve kalan fotoğraf filmlerini vaktiyle Tem’in eşi Melek Hanım’dan edinerek koruması altına alıyor. Kapsız, 2008 yılında Tem’e ait elindeki tüm arşivi değerlendirilmesi amacıyla Yeditepe Üniversitesi’ne veriyor. Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Tülay Alim Baran kendilerine ulaşan dokümanla 2020’de “Tarihe Tanıklık Eden Bir Objektiften Kurtuluş Savaşı: Etem Tem’in Hatıraları” adlı kitabı hazırlıyor. Yukarıda alıntıladığımız bölüm o kitaptandı. 

Şimdi bir de Fikret Otyam’ın Etem Tem’le yaptığı söyleşiye bakalım. 4 Aralık 1960’ta Ulus gazetesinde “Atatürk’e dair bir hazine ilgi bekliyor” başlığıyla yayınlanan yazıda Otyam, Tem’in konuşurken yeniden geçmişi yaşayarak zaman zaman ağladığını belirtiyor. Etem Tem’in Kocatepe fotoğrafı için deklanşöre basma anını anlattığı bölüm şöyle:

“…Tek başına, kayalıklar arasında dalgın ve düşünceli dolaşmaya başladı. Zaman zaman sahra dürbünleriyle düşman cephesine bakıyordu. Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı. Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım, resmini çektim. Saat 11’di. O gün 7×11 boyunda sekiz on rulo film çektim.”

Tem, çektiği filmlerin akıbeti hakkında ise şu bilgileri veriyor:

“…2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde birkaç film yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah götürdüm. İçeri aldılar. Berberi tıraş ediyordu. …Gazi, fotoğrafları aldı, baktı. Parmaklarını fotoğrafların üzerinde gezdirdi ve çekti, çok güzel, dedi.

…9 Eylül’dü. … Otomobillerle İzmir’e girdik. İlk işim bir fotoğrafçı bulmak oldu. Kocatepe’de çektiğim 8-10 rulo filmi bir Rum fotoğrafçıya verdim. …Zaman geçirmek için etrafta biraz dolaştık. Sonra yeniden geldik. Fotoğrafçı içeri girdiğimizi görünce ‘Fotoğraflarınız bir harika!’ diye bağırdı. Baktım fotoğraflar daha yaştı. …Kuruyup, hazır olması için bir gün daha lazımdı. Bornova’ya döndük… Ertesi sabah otomobille indik İzmir’e. …İzmir yanıyordu. Ne dost ne düşman belliydi. Cayır cayır yanıyordu İzmir… Fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildik. Fakat ne görelim? Dükkan yanmıştı. Uşak’ta o ahır bozması yerde yıkayabildiğim birkaç film kalmıştı elimde. Ötekilerin hepsi fotoğrafçı dükkanıyla birlikte yandı kül oldu.”

Etem Tem hatıratında yazıp Fikret Otyam’a da aktardığı bu detayları 1961’de yine Ulus gazetesinden Seyfettin Turhan’a ve 1942 yılında Radyo Mecmuası’nın 13. sayısında “Meslekler Konuşuyor: Bir Fotoğrafçı Mikrofon Başında” başlıklı bir yazı kaleme alan Hikmet Münir Ebcioğlu’na da anlatmış. Tem’in Kocatepe fotoğrafı hikayesi Falih Rıfkı Atay’ın 26 Ağustos 1928 tarihli Milliyet gazetesindeki “Bir 26 Ağustos Yıldönümü” başlıklı yazısında da kaleme alınıyor. 

Köşk’teki imza ise bambaşka

Dolayısıyla en az 94 yıldır Kocatepe fotoğrafının hikayesini Gazi beratı bulunan Etem Tem’in anlatılarından okuyor Türkiye… Bu konuda hazırlanan pek çok kitap, sergi ve yayın da yazarları, fotoğraf editörleri, küratörleri, gazeteciler ve bilim insanları tarafından Etem Tem’e atıf yapılarak yayınlanıyor. 

Ancak şimdi gelelim Çankaya’daki Atatürk Müze Köşk’e. Hatta normalde Köşk’ten de ziyade “Yeşil Salon’a gelelim” derdim, ancak bir süredir Atatürk’ün Çankaya’da yaşadığı ilk cumhurbaşkanlığı konutu tadilatta. Her şey depolara kaldırılmış, çalışmaların bitmesi bekleniyor. 

Yine de biz dekorasyondaki hakim rengi nedeniyle “Yeşil salon” diye bilinen bu odaya gelirsek, burası Latife Hanım’ın çay davetleri verdiği, zamanında pek çok yazar, büyükelçi ve siyasetçinin ağırlandığı, önceleri içinde bir salamandra sobası olan, bazı hatıraların bir vitrinde sergilendiği misafir kabul salonudur. Salonun duvarında mücevherle süslü kılıçlardan başka bir de üç adet Mustafa Kemal Paşa fotoğrafı vardır. Üçü de cephede çekilmiş ve biri tam da konumuz olan ünlü Kocatepe fotoğrafıdır. Kurtuluş Savaşı’nın artık bir “abidesi” gibi olan, hemen hepimizin çok sevdiği o fotoğraf… 

Bu kadar yazı ve anlatıdan sonra üzerinde hangi imza var dersiniz? Etem Tem mi? Hayır. Jean Weinberg! Peki Müze için hazırlanan 7 numaralı kataloğa baktığımızda ne yazıyor: “…duvarlarda Jean Weinberg tarafından çekilmiş, Atatürk’ün 1920 tarihli fotoğrafları asılıdır.”

Müze’den sorumlu Mustafa Avcı’dan Jean Weinberg imzasının net bir biçimde gözüktüğü bir fotoğraf göndermesini rica ettim. Mustafa Bey gerçekten yardımcı olmak istedi, ancak çerçeveler sarılı kaldırılmış olduğu için bunu Müze’nin açılışından sonraki bir tarihe bıraktık. Kendisine “Katalogda fotoğraf için 1920 yazıyor, 1922 olmalı” dedim, “Bu terekede yazan kısım. Bizim müdahale edebildiğimiz bir yazı değil” şeklinde yanıtladı. “Fotoğrafların Köşk’e girişiyle ilgili bir kayıt var mı?” diye sordum, müze sunumunda yer aldığını belirttiği şu bilgiyi paylaştı: “Bu mekânda Jean Weinberger tarafından çekilmiş fotoğraflar yer almaktadır. Batı duvarında; birinde Atatürk’ü, birinde Atatürk ve İnönü’yü, Güney duvarında ise Atatürk’ü Kocatepe’de gösterir, 1920 tarihli üç adet fotoğraf bulunmaktadır. (Burada yer alan üç adet fotoğraf çalışması ise; 1929 yılında Jean Weinberger’dan satın alınmıştır.)” 

Soyadı hatasına dokunmadan aktaran Avcı, bu sunumun 2002-2007 yılında yapılan restorasyon çalışmasında ODTÜ’lü hocalar tarafından yazıldığı notunu da düştü.

Şimdi noktayı burada koyup “Madem üzerinde imzası var, madem Köşk bu fotoğrafı asmış, o zaman sahibi de Weinberg’dir” mi diyelim, yoksa biraz kafamızın karışmasına izin verip okumaya, sorular sormaya devam mı edelim? İkincisini yapmak elbette zaman, araştırma ve uzmanlık istiyor, ama bir “başlangıç” olarak şu son birkaç günde derlediğim bilgileri aynen size naklediyorum. Bakalım belli bir kanaate varacak mısınız yoksa daha çok bilgi edinme ihtiyacı mı hissedeceksiniz… 

Jean Weinberg’in gizemli dünyası…

Romanya Ordusu Arşiv Bülteni “Document”in Şubat 2017 tarihli 76. sayısında yayınlanmış yedi sayfalık makaleden bir bölüm: 

• Jean ya da Iacop Weinberg 1 Mayıs 1887’de Krayova’da (Romanya’nın Oltenya yahut Aşağı Eflak bölgesinin büyük bir şehri) fotoğraf dükkanları olan Avusturyalı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. 

• Ardından Avusturya vatandaşlığı devam etse de 1916’da Romanya Ordusu’nun Krayova’daki 1. İstihkak Bölüğü’nde görevlendirilmiştir. 

• 7 Kasım 1916’da Balş’ta (Krayova yakınlarında küçük bir kasaba) bölükten kaçar ve ardından Krayova’nın düşman kontrolüne geçmesinin iki hafta sonrasında şehirde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askeri üniformasıyla ortaya çıkar. 

• İşgal sırasında defaeten Viyana’ya gider ve buradan aldığı ürünleri Krayova’da satar. Ailesinin başka bazı üyeleriyle birlikte işgal ordusuyla iş birliği yaparak birçok Oltenyalıyı (Batı Eflak) soymuşlardır. 

• 1918 Kasım’ında Romanya Ordusu tarafından tutuklanarak Krayow va Askeri Mahkemesi’ne çıkarılmış ve 1919’da 10 yıl ağır çalışma cezasına mahkum edilmiştir. 

• Weinberg, mahkemesi sırasında kendi birimindeki diğerleri gibi muhafız eşliğinde Moldova’ya gönderilmek istenmiştir. Ancak seyahat sırasında kaçarak kendisini bekleyen karısının olduğu Krayova’ya ulaşmıştır. 

• Ardından ailenin bütün mal varlığını satarak o dönemde Sırp Ordusu’nun kontrolündeki Lugoş’ta (1918’e dek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Banat ya da Güneydoğu Transilvanya’dadır) iki Sırp pasaportu edinmişlerdir. 

Atatürk Müze Köşk’ü tadilata girmeden önce Weinberg imzalı üç Kocatepe fotoğrafı bu yeşil salonda asılıydı

İstanbul’da casus evi

Weinberg’in İstanbul’a gelmeden önceki hayatına ilişkin bilgiler böyle. Şimdi bundan 15 yıl ilerisine gidelim ve yine aynı makaleden okumaya devam edelim:

• 1934 başlarında Türkiye ve Yunanistan’daki benzer servislerle iş birliğine geçerek bir araştırma gerçekleştiren SSI (Rumen Gizli Servisi), Balkanlar’daki Sovyet ajanlarının kullandığı bazı yöntemlerin İstanbul’da bir evden koordine edildiğini açığa çıkarır. 

• Bu evin önünde Kaminsky isminde bir subay vardır ve yardımcısı ise Iuri Leonov’dur. Özellikle sahte kimlik belgelerinin satın alınabildiği bu casus evi ise Türkiye’de GPU merkezince desteklenir.(GPU: 1922’de kurulmuş, 1923-34 arası OGPU adını alan Sovyet Gizli Polis Servisi)

• 1934’te SSI İstanbul’daki en önemli GPU ajanının kimliğine ulaşır. Bu isim Jean Weinberg’tir. Bu kişi aslında Rumen karşı-enformasyon servisinin eskiden beri bildiği birisidir.

Köşk sunumunda üç karenin 1929’da satın alındığı yazıyor

Hem Türklere hem Ruslara

5.5 yıl önce Romanya Ordusu’nun dokümanter bir yayınında ortaya çıkarılan bu bilgiler Prof. Dr. Valeriu Avram ve Prof. Dr. Viorel Gheorghe tarafından kaleme alınmış. “İki Savaş Arası Dönemde Sovyet Sahasında Romanya’nın Enformasyon Eylemleri” başlıklı makalenin yazarlarından özellikle Profesör Avram Romanya’da ünlü bir isim. 1941 doğumlu olan Avram’ın 49 kitabı, yaptığı tarih çalışmaları nedeniyle Romanya Şövalyelik Unvanı, Romanya Hava Kuvvetleri’nden Şeref Madalyası ve Kültürel Vakıf Ödülü var. 

Makaleyi Türkçeye kazandıran kişi ise Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Savaş Arslan. Arslan, yazıdaki Türkiye ve Jean Weinberg’le ilgili bölümleri Rumen sinema tarihçisi Marian Tutui’den İngilizceye çevirmesini rica ediyor. Sonra da kendisi Türkçe’ye çevirerek Sinecine Dergisi’nin Bahar 2020 sayısında bir makale olarak yayınlıyor. 

Arslan’ın Avram ve Gheorghe’den alıntıladığı yazısına göre Jean Weinberg’in Krayova yıllarından 1934’te deşifre olana kadar ki ajanlık faaliyetleri şöyle gelişiyor:

• Weinberg ve karısı 1919’da Sırp pasaportu bulduktan sonra Romanya’nın Köstence limanından İstanbul’a geliyor. Çünkü Romanya Gizli Servisi’ne göre Weinberg, 1916’dan itibaren Türk istihbaratına çalışıyor. İstanbul’a geldikten sonra da aynı hizmeti vermeye devam ediyor.

• Bu durumun, Weinberg’in Avusturya kökenli olmasına rağmen neden Sırp pasaportu edindiği anda Viyana’ya kaçmak yerine İstanbul’a geldiğini de açıkladığı düşünülüyor: Türk tarafında ajanlık faaliyetlerine devam etmek için. O yıllarda Osmanlı Devleti’yle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun ittifak devletleri olduğu düşünülürse bu gayet normal bir ilişki olarak değerlendiriliyor.

• Ancak Weinberg’in ajanlık faaliyetleri tek yönlü kalmıyor. Yine Rumen gizli servis kayıtlarına göre işgal güçleri Boğaz’dan ayrıldıktan sonra GPU ajanı Schuroff kendisiyle bağlantı kuruyor. Teklifi kabul eden Weinberg o tarihten sonra Sovyet istihbaratına da çalışmaya başlıyor.

• 1934’te Türk, Rumen, Yunan istihbaratlarının ortak çalışmasıyla Weinberg’in çift taraflı ajan olduğu ortaya çıkıyor. Makaleye göre Türk istihbaratı kendisini tutuklamak istese de Türk yönetim kadrosunun üst düzeylerine nüfuz etmiş GPU ajanları kendisini korumayı başarıyor ve Weinberg 1935’te İstanbul’daki varını yoğunu satarak Mısır’a gidiyor. 

Atatürk kendisini çekmesini yasaklıyor

Jean Weinberg’in Türkiye’den sonraki akıbeti yine biraz karanlık. Prof. Dr. Savaş Arslan’ın araştırmasına göre Mısır Arapça’sını kullanan Wikipedia’da Weinberg’in en azından 1956 yılına kadar Kahire’de yaşadığı, sonrasında Mısır’dan göç ettiği yazıyor. Ancak dönemin Fransızca yayınlanan Beyoğlu gazetesinin 19 Kasım 1942 tarihli nüshasında Weinberg’in vefat haberi var. Ölüm ilanı bir “dezenformasyon faaliyeti” midir elbette bilemeyiz, ancak zaten bizim için daha önemli olan konu Jean Weinberg’in nasıl öldüğünden çok nasıl yaşadığı…

Bu bölüm için de fotoğraf tarihi araştırmacısı Cengiz Kahraman’ın Atlas Tarih dergisinin Mayıs 2019 tarihli 58. sayısında çıkan makalesine başvuruyoruz. Kahraman’ın kaleminden Jean Weinberg’in 1920-1935 Türkiye yıllarına dair önemli satır başları şöyle:

-1921 yılında, günümüzde “Beyoğlu Grand Pera” olarak bilenen Cercle d’Orient’in 150 numarasında Foto Franse adında bir fotoğrafhane açıyor. İkinci şubesini de sonraki yıllarda İstiklal Caddesi 128 numarada açacak. 

-Kendisini tanıtırken Fransız Akademisi’nden mezun olduğunu söylüyor. ”Foto Franse” adı da büyük olasılıkla bu çağrışımı yapması için.

-İstanbul’da yaşadığı süre boyunca çok sayıda önemli kişinin portresini çekiyor. İşgal kuvvetlerini Sarayburnu’ndan gemilere binerken gösteren fotoğrafı 13 Ekim 1923 tarihli L’Illustration dergisinin kapağı oluyor.  Ayrıca fotoğrafçılardan satın alarak koleksiyonuna kattığı Anadolu, Ankara, İstanbul manzaralarını da satışa sunuyor.

-Weinberg, Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafçılarından biri oluyor. Ancak 29 Ekim 1929’da Ankara Hipodromu’nda yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında kendisi gibi Atatürk’ün fotoğrafçılarından biri olan Cemal Bey’in (Işıksel) tripodunu tekmelemesi Atatürk’ü çok kızdırıyor ve bir daha kendi fotoğraflarını çekmesini yasaklıyor. 

-1931 yılında kendi fotoğraflarını izinsiz kartpostal yapıp sattığı gerekçesiyle Babıali’de bulunan Ayyıldız Kırtasiye’nin sahibi Mehmet Mazhar Bey hakkında telif davası açıyor, ancak Mazhar Bey beraat ediyor. (Prof. Arslan’ın makalesine göre Weinberg’in açtığı veya aynı nedenle hakkında açılan birkaç dava daha var)

-Bu olaylar nedeniyle Jean Weinberg’e kızan İstanbullu fotoğrafçılar 1932 yılında CHP’ye başvurarak Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Kanunu’na fotoğrafçılığın da eklenmesini sağlıyorlar.

-Weinberg Şubat 1933’te içinde başta Atatürk’ün olmak üzere önemli devlet adamları ve edebiyatçıların fotoğraflarından oluşan “Gazi’nin Eseri” adlı albümü kitap olarak yayınladı.

-16 Aralık 1935 tarihli Tan gazetesindeki ilana göre Weinberg Foto Franse’yi Cezmi ve Remzi Ar kardeşlere devretti. 1938’de soba kenarında kurutulan filmlerin alev alması sonucu çıkan yangında ise Foto Ar’daki negatiflerin büyük bir bölümü kül oldu. 

-Weinberg Kahire’ye giderken yanında çalışan Othmar Pferschy de beraberindeydi ancak Pferschy daha sonra Türkiye’ye dönerek Vedat Nedim Tör’ün çıkardığı La Turquie Kemaliste dergisinde çalıştı. 

-Aynı yıllarda hemen yanındaki dükkanın sahibi olan sinemacı Sigmund Weinberg’le hep karıştırılsa da kanıtlanmış bir akrabalık bağları yoktur. (Burçak Evren’in kitabı: Türkiye’ye Sinemayı Getiren Adam: Sigmund Weinberg)

Etem Tem’in kayıp fotoğrafları…

Prof. Dr. Tülay Alim Baran’ın hazırladığı “Etem Tem’in Hatıraları” kitabına göre Tem’le ilgili elimizdeki bilgiler şöyle:

Etem Hamdi Bey, tarihi tam kesin olmasa da Fikret Otyam söyleşisine göre 1891 yılında doğdu. Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde görev alarak, Bakü’ye kadar giden orduda bulundu. Ancak Bakü’nün İngilizler tarafından işgal edilip tahliyesinin yapılacağı haberi üzerine Batum’a geçti. Meşhur Gülcemal vapuruyla İstanbul’a döndü. Bir ay sonra işsizlikten ve can sıkıntısından edindiği 10x15 cam çeken Refleks ICA fotoğraf makinesiyle İzmir’e gitti. Orada önce Yunanlılar tarafından tutuklandı. Daha sonra kaçarak bir Fransız vapuruyla Antalya’ya, oradan Ankara ve Eskişehir’e geçti. Buradaki Garp Cephesi Erkan-ı Harbiye 2. Şube’de yedek subay olarak görev yapan Etem Bey, orduda fotoğraf makinesi sahibi tek yedek subaydı. Mustafa Kemal’e ait ilk fotoğrafını 1921 yılında Eskişehir’de çekti. Sakarya Savaşı sonrasında Yunan ordusunun yakıp yıktığı alanların fotoğraflarını çekmekle görevlendirildi. Fotoğrafları ve tuttuğu notlar Yakup Kadri, Halide Edip ve Yusuf Akçura tarafından yazılan “Orta Anadolu’da Yunan Mezalimi” adlı kitapta yer aldı.

Savaştan sonra birkaç gazetede çalışan Etem Tem önce 1932 yılında Cağaloğlu yokuşu üzerinde bir stüdyo açtı. Daha sonra stüdyosunu Beyoğlu’na, ardından Ankara Kızılay’a taşıdı. 15 Ocak 1971 tarihinde Ankara’da hayatını kaybetti. Türkiye Muharip Gaziler Cemiyeti Genelkurmay Başkanlığı’na bir yazı yazarak çocuğu olmayan Tem’in eşinin geçimini sağlamak için bu kıymetli vesikaları satma durumunda kalma ihtimaline karşılık söz konusu külliyatın Genelkurmay Başkanlığı tarafından satın alınmasını istedi.

1994 yılında gazeteci Mete Akyol bu fotoğraf ve belgelerin Suzan Kapsız tarafından korunduğunu ve bunların değerlendirilmesi gerektiğini yazdı. 

Etem Tem, hatıratında fotoğraflarının baskısını yapması için bıraktığı dükkanın yanmasının ardından elinde kalmış olan film ve notları Matbuat Umum Müdürlüğü’ne verdiğini belirtiyor. Ancak bir süre sonra kendisine iade edildiğini ve daha sonra Matbuat Umum Müdürlüğü’ne verdiği fotoğrafların ve belgelerin bir kısmının aynı müdürlük tarafından yabancılar için kaleme alınan bir kitapta kullanıldığını ifade ediyor.

Filmler lavabo altındaydı

Kurtuluş Savaşı ve Başkumandan’ı cephede fotoğraflayan Esat Nedim Tengizman ve Etem Tem hakkında Atlas Tarih dergisinin 2019 tarihli Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı’nda bir yazı kaleme alan Cengiz Kahraman’ın makalesinde ise Tem’le ilgili şu artı ayrıntılar var:

Halep’te doğan ama doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Etem Hamdi, 1934’te Tem soyadını aldı. Fotoğraf çekmeyi ve basmayı Bakü’de öğrendi. Tem’in fotoğrafları ve negatiflerinin bir bölümü 1979 yılında arkeolog İlhan Akşit tarafından eşi Melek Tem’den satın alındı. Bu fotoğraflar Akşit Yayıncılık’tan “Atatürk” başlığıyla albüm olarak yayınlandı. 

Kahraman yazısında, 1998 yılında Suzan Kapsız’la yaptığı bir görüşmede kendisine Melek Hanım’ın Atatürk ve Kurutuluş Savaşı’na ait filmleri mutfaktaki dolapta sakladığını ve lavabodaki çeşmenin açık unutulması sonucunda da pek çoğunun çürüdüğünü anlattığını belirtiyor.

Etem Tem imzası

Etem Tem fotoğraflarının akıbetine ilişkin çok enteresan başka bir yazı da 27 Nisan 2010 tarihinde Sabah gazetesinde yayınladı. Eski Milli Saraylar Müdürü Arkeolog İlhan Akşit’le görüşerek hazırlanan haberde Ethem Tem’in çektiği bir bavul dolusu cam fotoğrafın 1979 yılında Banker Kastelli’nin verdiği parayla kırılmaktan kurtarıldığı belirtiliyor. Ayrıntısını merak edenler Google’dan hemen bulabilir, ama bizim için önemli olan bölüm İlhan Akşit’in ağzından şöyle:

“Ethem Tem’in karısı bana, ‘Evlat seni sevdim. Hürriyet gazetesi şu kadar verdi, sen 50 milyon daha fazla ver sana vereyim bunları’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Topladım bavulu çıkıyordum. Bir bavul daha gözüme çarptı. ‘Bunda ne var’ dedim. Açtı yanımda orada da yine hiç bilinmeyen Atatürk’ün filmleri vardı. Para olmadığı için ’Bunları sonra alayım’ dedim ve çıktım oradan. Üç gün sonra kadınla beraber ev de yandı. O filmler öylece yandı gitti. O cam fotoğrafları bir arkadaşa verdim o düzenledi. O da basıp basıp sattı. Hâlâ orijinalleri bende. Bir sandık dolusu cam fotoğraf var. Atatürk’ün Kocatepe’deki ünlü fotoğrafının kartona basılı orijinali de bu fotoğraflar arasındaydı. Bu fotoğraflarla Kastelli’nin bir kültür kitabı yayımlandı.» 

Haberin altında bir de “Atatürk’ün cam kayıp fotoğrafları” başlığı var. https://www.sabah.com.tr/galeri/turkiye/ataturkun_kayip_cam_fotograflari/5 adresine girdiğinizde gelen kare yazımızın da konusu olan Kocatepe fotoğrafı. Peki üzerindeki imzada hangi isim var? Bu kez Etem Tem. 

Akla takılan birkaç soru…

Tüm bu okuduklarımıza göre, arşivlerde ve hatıratlarda eğer bunların aksini ispatlayan başka bir kayıt yok ise; 

-Canonica’nın yapacağı anıt için Kocatepe fotoğrafı 1926’da neden Jean Weinberg’den (JW) değil de Etem Tem’den isteniyor? Bununla ilgili Şinasi Paşa’nın anıları veya başka bir kayıt var mı?

-F.R.Atay’ın, fotoğrafı Tem’e atfettiği Milliyet’teki yazısının yayınlandığı 1928’de JW İstanbul’da ve çeşitli kereler mahkemeye başvuran biri. Neden Tem için de bir telif davası açmıyor?

-JW, içinde Kocatepe fotoğrafının da bulunduğu “Gazinin Eseri” kitabını 1933’te yayınladığında ya da 1929’da Köşk’e bu fotoğrafları kendi imzasıyla sattığında aynı şekilde neden Tem JW aleyhine bir dava açmıyor?

-Kitabın önsözünde JW, bu fotoğrafları tırnak içine alarak “1923” senesinden itibaren toplamaya başladığını belirtiyor ve Ankara’da çekimler için kaldığı 45 günü, Türk inkılabına tanıklığını, stüdyosunu ziyaret edenleri anlatıyor. Ancak fotoğraf çekmek için 1922’de cephede bulunduğuna dair neden hiçbir bilgi paylaşmıyor?

-Taarruz’da 23. Tümen’in Kurmay Başkanı olan Emekli Korgeneral Fahri Belen anılarında fotoğrafın saat 07.30 civarı çekildiğini yazıyor. Tem neden 11’de çektiğini not düşüyor? Belen, Mustafa Kemal Paşa Halis Ömer Paşa’ya uyarı telefonu açmaya giderken bu fotoğrafın çekildiğini yazıyor. Tem’de bu ayrıntı neden yok? (Bu arada Belen o sırada Kocatepe’de değil, bu bilgileri Ordu Harekât Şube Müdürü Cemil Bey’den aktarıyor.) 

-Eğer Tem, Fikret Otyam dahil herkesi yanılttıysa aynı dönem Atatürk’ün fotoğrafçıları arasında yer alan mesela Cemal Işıksel 1989’da, Esat Nedim Tengizman 1980’de vefat etmiş; tanıklar olarak onların Tem aleyhine yaptığı bir açıklama var mı? Ya da Köşk’teki imzayı hiçbiri görmedi mi?

Tüm bu yazının sonunda artık bir kanaate varmış ya da belki de sizin aklınıza başka sorular takılmış olabilir. Bilhassa Fake or Fortune belgesel serisi izleyicilerinin şu an “Biz ne sahte denilen Turner tabloları gördük gerçek çıktı, ne Rembrandt’ın sanılan tabloların başkasına ait olduğu anlaşıldı” dediklerine eminim. Gerçekten de sanat ve yayıncılık tarihi bu hikayelerle dolu. Kocatepe fotoğrafı hikayesinde de hangi taraftan bakarsanız bakın önümüzde bir soru işareti var ve o sorunun yanıtını bulacak olanlar da konunun asıl uzmanları. 

Fotoğrafın sahibi konusunda uzman görüşleri

İpek Çalışlar: Gazeteci İpek Çalışlar, Weinberg imzasıyla Tem’in anıları arasındaki çelişkiyi ilk kez 2018’de kaleme alıyor. YKY’den çıkan Atatürk kitabı için Atatürk Müze Köşk’te araştırma yaparken duvarda Kocatepe fotoğrafının üzerindeki Weinberg imzasını fark eden Çalışlar, bunu kitabında şöyle aktarıyor: “…Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’a giderken beğendiği bir fotoğrafçıyı, Jean Weinberg’i de yanında götürmüştü. Kocatepe’deki unutulmaz Atatürk fotoğrafını deneyimli bir stüdyo fotoğrafçısı olan Weinberg çekti. Weinberg, çektiği fotoğrafı Mustafa Kemal’e de imzalatmıştı. Latin harfleriyle M. Qemal imzası, Weinberg için hazırlanmış internet sitesinden paylaşılan Kocatepe fotoğrafında rahatlıkla okunuyor. Ünlü fotoğrafçının Kocatepe’den çektiği üç fotoğraf da Müze Köşk’ün birinci katında, yeşil salonun duvarında asılı duruyor. Üçü de J. Weinberg imzasını taşıyor. Kocatepe’deki tek fotoğrafçı Weinberg değildi. Edhem Tem de oradaydı. Üstelik 1960 yılında, Fikret Otyam’a, Kocatepe fotoğrafını nasıl çektiğini anlatmıştı! Ancak Kocatepe fotoğrafının üzerindeki Weinberg imzası fotoğrafın sahibi konusunda kuşku bırakmıyor.”

Akşit Yayıncılık: Akşit Yayıncılık adına İlhan Akşit’in oğlu Necdet Akşit’e ulaşarak iki soru yönelttim: 1-Cam fotoğrafları filme basan Yılmaz Dinç’le nasıl görüşebiliriz? Maalesef hayatta değilmiş kendisi. 2-Arşivinizde Kocatepe’nin kartona basılı orijinal fotoğrafı veya filmi duruyor mu? İlk fırsatta arşive bakacağını söyleyen Akşit ben bu ricada bulunduğumda şehir dışındaydı ve gazetemiz basılana kadar da İstanbul’a dönmedi. (Bu arada İlhan Akşit’i de ev numarasından defalarca aradım, ama ulaşamadım)

Prof. Dr. Savaş Arslan: Aslında Sigmund Weinberg için araştırma yaparken Jean Weinberg’le ilgili bilgilere ulaşan ve 2020’deki “Fotoğrafçı Jean Weinberg Hakkında Yeni Bulgular” makalesiyle konuyu bambaşka bir noktaya taşıyan Prof. Dr. Savaş Arslan’a kanaatini sordum: “Bu ilk Türk filmi konusuna çok benziyor. O da Fuat Uzkınay’a atfedilir, ama filmin kendisi yok ve bir Avusturya şirketinin kamerası ile kameramanı da oradadır. Sonradan yazılan anılar ve o dönemdeki yayınlar arasında böyle tutarsızlıklar olabiliyor. Jean Weinberg 1934’te ‘Gazinin Eseri’ kitabında bu kareyi bastığı için bana bu fotoğrafı ona atfetmek daha doğru geliyor. Etem Tem, Weinberg hayatta iken herhangi bir hak iddiasında bulunmuş olsaydı gazetede bir haber olabilirdi. Weinberg kaçar gibi gidiyor ve evindeki tüm eşyaları ve fotoğraflarını da satıyor. Dolayısıyla ona ait negatifler başkalarına da geçmiş olabilir. Fotoğraf tarihçisi ve koleksiyoner Norbert Schiller de hazırladığı Photorientalist Web sitesinde fotoğrafın Jean Weinberg’e ait olduğunu söylüyor.

Savaş Arslan

Prof. Dr. Tülay Alim Baran: Değerlendirmesini almak istediğim Prof. Baran, yayına hazırladığı Etem Tem hatıratını adres göstererek şu yanıtı yazdı: “100. yılını kutlayan Büyük Taarruz’un ve bu muhteşem olayın önüne hiçbir iddianın geçmemesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Etem Bey hatıralarında fotoğrafı çekiş öyküsünü net bir şekilde anlatıyor. Ben hatıraları gördükten sonra yazıyı kaleme almanızın daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.”

Cengiz Kahraman: Çok uzun yıllardır pek çok sergi, ansiklopedi ve kitabın fotoğraf editörü, danışman ve küratörü olarak araştırmalar yapmış olan Kahraman’ın görüşleri: “Birincisi Jean Weinberg başka fotoğrafçıların fotoğraflarını satın alır, kendi arşivine geçirdikten sonra imzalar ve öyle servis eder. O yüzden zaten dava konusu da olmuştur. İkincisi Etem Tem, 1920 yılında cephe fotoğrafçısıdır. Hatıralarında nasıl çektiğini en ince ayrıntılarına kadar anlatıyor. Weinberg’in o fotoğrafı çekmiş olması mümkün değil. Çünkü cephede değil. Cephede olan sadece iki fotoğrafçı var: Esat Nedim Tengizman ve Etem Tem. Ama Weinberg bu tür şeyleri yapıyor. Zaten fotoğrafçıların birbirleriyle fotoğraf değiştirmesi, birbirlerinin fotoğraflarını satın alması hep sorunlu bir alandır. Fotoğraf tarihiyle uğraşanlar tarafından bilinen bir şeydir ve o fotoğraf Köşk’e konmadan önce de bunun araştırılması gerekirdi.”

Cengiz Kahraman