29 Mart 2024, Cuma
17.09.2021 04:30

Feyyaz Kayacan’ı nasıl bilirsiniz?

Feyyaz Kayacan edebiyatımızda çok önemli izler bıraktı. Silinmemesi gereken izler... Şimdi kitaplarının yeniden yayımlanmaya başladığını görüyorum

Hayatının belki de yarısından fazlasını İngiltere’de geçirdi. Yakınları vazgeçemediği bir tarafını İstanbul’da bıraktığını söyledi. Ama neden gitmişti? Bu bölünmenin sebebi neydi? Hayatının derinlerinde kaldığını hissettiğim izler beni şimdi birden çok cevaba çağırıyor.  Feyyaz Kayacan gidişinin karanlıklarında mı kaybolmuştu? Bana bu sözleri, Türk Edebiyatı, özellikle de hikâyeciliği adına bir söz söyleyebileceklerin arasında bile kendisini hatırlayanların azlığı söyletiyor. Farklılığı yüzünden mi? Gerek dili ve üslubu, gerekse içeriğiyle okuru çetin bir okuma sınavına davet ettiğinden mi? İhtimali bir yerlere yazalım. Gitmenin gösterdikleri başka gitmeleri de doğuruyor ya...

Kaçışın dayanılmaz cazibesi

1919 yılında İstanbul’da dünyaya geldikten sonra önce Saint Joseph Lisesi’nde sonra da Paris ve Londra’da Siyasal Bilgiler ve Ekonomi okumasıyla mı açılmıştı bu gidişin yolu? Mümkündür. Bildiğimiz, yaşı gereği, Londra’da İkinci Dünya Savaşı’nın farklı manalarıyla birçok ateşli sahnesini yaşadığı, ilerleyen zamanlarda da BBC’nin Türkçe yayınlar servisinde yıllar boyunca çalıştığı. Emekli olana kadar... Sığınak Hikâyeleri adlı kitabının yolu savaşın kendisinde bıraktığı izlerle döşenmiş görünüyor. Londra’da bir sığınakta bombaların ölümcül tehdidine rağmen hayata tutunmak isteyenlerin anlam arayışları... Kayacan anlattığı bu insanları bizzat tanıdığını söylüyor. Hiç şaşırtıcı değil. Hakiki hikâyeler biraz da böyle kaleme alınmaz ve yeniden inşa edilmez mi zaten? Bu hikâyelerin içine biraz daha girdiğinizde savaşın da ötesinde bir varoluş meselesiyle karşılaşmanız da mümkündür tabii. Bu kitap 1962 yılında okuruyla buluştu. Okura muzip ama bir o kadar da anlamlı oyunlar oynayan hikâyelerse daha sonra gelecekti. İlk kitap mıydı bu? Değildi. Daha önce yayımlanmış iki şiir kitabı da vardı. Üstelik Fransızca yazılmışlardı! Çünkü o üç dilli bir yazar ve şairdi. Üçüncü şiir kitabı Kaşık Havası’nı 1976, dördüncüsü Benim Örümceğim Başka’yı da 1982’de Türkçe yazacaktı. Bunlara 1991 yılında İngiltere’de İngilizce yayımlanan bir başka şiir kitabı da eklenecekti. Üç dilde yazmak... Daha da doğrusu yazmaya cesaret etmek... Kaç kalem erbabının harcıdır bu?

Başka bir hikâye dünyası

Tüm bunlara rağmen bir hikâyecidir ama o bana sorarsanız. Cehennemde Bir Yusuf, Gibiciler, Hiçoğlunun Serüvenleri... Kitapların adları bile çarpıcı değil mi? Yüzü ve adı olmayan, kendisine kimlik arayan bir hikâye kahramanı... Üstelik bir şişeye hapsedilmiş... Kimler çıkacak karşımıza? Bir Banka Müdürü, bir Sigorta Şirketi Müdürü... Hayatın içinde mümkün elbette, onlara rastlamamız. Ya Deliler Derneğinin Baş-Çığlıkçısı’na? Ya Çöpçüler Genel Süpürgesi’ne? Feyyaz Kayacan’ın yazarlık derdi bu kadarıyla sınırlı değildir ama. Onun hikâyeciliği bir dil ustalığıyla da bizi çarpar. Çünkü bildiği ve çok hâkim olduğu üç dil yeterli değildir onun için. Asıl dil, bu eserlere çok özel bir kimlik kazandıran dil, kendi dilini kendi kelimeleriyle kurmak mıydı yoksa?  Yazdığı tek romana, Çocuktaki Bahçe’ye gelince... Gün görmüşlüğü ve asaletiyle övünmekten başka bir tutunacak dal bulamayan, o baskıcı annenin çocuğu Fevzi’nin Talimhane Caddesi’ne bakan köşkün bahçesindeki mahkumiyeti neyi anlatıyordu acaba? Hangi içine kapanışı? Hangi kaçışı? Uzaklara, çok uzaklara gitme arzusunu ve hayalini? Eserler hayatın karanlıklarını gizler mi? Şöyle de sorabiliriz: Hayatın karanlıkları hangi eserleri doğurur?

Bir yazarı unutulmuşluktan kurtarmak

Feyyaz Kayacan edebiyatımızda çok önemli izler bıraktı. Silinmemesi gereken izler... Kendisini yakından tanımış bulunanlar, son yıllarında karşı karşıya kaldığı yok sayılmanın içini çok acıttığını söylüyor. Acıtmaz mı? Hangi yazar, tüm yazdıklarının ardından, kendisini bir unutulmuşluk çukurunda görmek ister? Bu unutulmuşluğun hâlâ sürmesi benim de içimi acıtıyor. Şimdi kitaplarının yeniden yayımlanmaya başladığını görüyorum. Kim için? Ne için? Soruların cevabını hiç şüphe yok ki sahici ve has okurlar verecektir.  Size edebiyatın günceli yakalamak veya güncele göre yazmakla hiçbir alakası olmadığını söylemiş miydim?