Kimi sorular insana yadırgatıcı gelebilir. Cevaplarını da barındırabilir. Ara Güler’i sadece bir fotoğrafçı olarak nitelendirmem yadırgatıcı gelebilir mi mesela? Onca muhteşem fotoğraf karşısında... Bilmem... Yakıştırma, sözü edilen kişinin de tercihi olamaz mı peki? Ara Abi, -tüm paylaştıklarımızdan sonra, kendisini gönül rahatlığıyla böyle anabilirim- fotoğraf sanatçılığı payesini ısrarla reddetmemiş, deyiş yerindeyse üstüne alınmamayı tercih etmemiş miydi? Gizli bir ironi mi vardı burada? Kendisini fazla önemseyenlerle alay etme mi? Mümkündü. Ama ben bu duruşa tüm mütevazılığı ve nüktedanlığıyla yürekten inandığını da düşünmek istiyorum şimdi. Ara Abi hayata gülümseyerek bakmayı çok iyi biliyordu çünkü. Gülümseyerek bakmayı teşvik etmeyi de... Bunu da en çok nüktedanlığı sağlıyordu.
Anılar ve silinmez izleri
Ara Abi’nin bu tavrını ortaya koyan öyle çok sahne üşüşüyor ki şimdi belleğime. Birini anlatmaya kalksam ötekini unutacağım endişesini taşıyorum. Bir keresinde başka arkadaşlarımızın da bulunduğu bir sohbette birdenbire “Dünya devamlı kalınlaşıyor ve hiç kimsenin bunu taktığı yok!” demişti mesela. Şaşırdığımızı görünce de bu lafları neden ettiğini söylemişti. Yerin altında kalan o antik şehirler ve medeniyetler yaşadığımız gezegene böyle bakmamızı da gerektirmiyor muydu? Bir de ara sıra hatırladıkları vardı. 6-7 Eylül Olayları hakkında anlattıklarını hiç unutmadım. O günlerde yedek subaylık görevini yapıyordu ve eve izinli gelmişti. Babasının Hazzopulo Pasajı’nda bir eczanesi vardı. Vandal güruhun oraya da zarar vermesi işten bile değildi. Apar topar subay kıyafetlerini giymiş sokağa çıkmış, eczanenin bulunduğu yere hızla gitmişti. Korktuğu gibiydi. Gelenler gelmiş, etrafı tahrip etmeye başlamıştı bile. O subay kıyafetiyle ortaya atılmış ve “Burada bir şey yok! Boş yere kırıp dökmeyelim, gidelim!” demişti. Türk subayına kim karşı çıkabilir? Herkes paşa paşa uzaklaşmıştı. Eczane de böyle kurtulmuştu işte. Olayların başladığı saatlere dairdi bu yaşananlar. Ertesi gün fotoğraf makinesini kaptığı gibi sokağa çıkmıştı. Tahribat devam ediyordu. Ortalık korkunçtu, bir savaş alanına dönmüştü adeta. Birden birkaç kişinin bir apartmanın üçüncü katının penceresinden bir piyanoyu atmaya hazırlandığını görmüştü. Piyano atıldı atılacaktı. Bunu görünce birden var gücüyle “Durun!” diye bağırmıştı. Adamlar şaşkınlıkla ve biraz da korkuyla durmuştu. Tam o anda fotoğraf makinesinin deklanşörüne basmış ve o anı ölümsüzleştirmişti. Bir piyanodan ne isterdiniz? O fotoğraf kimin fotoğrafı?
Ara Güler’in hayatıma girdiği en unutulmaz anı da bir fotoğrafla ilgili elbet. Bir keresinde lütfetmiş, evime fotoğraflarımı çekmeye gelmişti. Ne büyük bir onurlandırmaydı. Çok fotoğraf çekmişti. Size yirmi yıl öncesinden söz ediyorum. O günlerde dialara basılıyordu fotoğraflar. Çekimden bir hafta kadar sonra telefon edip fotoğrafların hazır olduğunu söylemiş, stüdyosuna gelip bakmamı istemişti. Hemen Galatasaray’daki o stüdyoya gitmiştim tabii. Dialar ışıklı bir masanın üstüne dizilmişti. Hepsini bir bir yorumlamış, hangilerini beğenip hangilerini beğenmediğini söylemiş, sonra da aralarından birini seçerek “İşte bu tam bir fotoğraf!” demişti. Ardından da “Şimdi gidip bu diayı Levent’te söyleyeceğim bir stüdyoya götürecek, 50x60 bir kağıda bastıracak bana getireceksin. Ben de imzalayacağım. Sonra da çerçeveletip evinin duvarına asacaksın!” diye eklemişti. Boş bulunup, “Ara Abi, kendi fotoğrafımı duvara nasıl asarım, megaloman mıyım ben!” deyivermiştim. Bunun üzerine de tatlı sert bir ifade ve sesle “Oğlum! Bu fotoğraf senin değil, benim fotoğrafım!” demişti. Ne diyebilirdim? O gün bugündür fotoğraf evimin en değer verdiğim köşelerinin birinde asılı durur. Bir de hikâyeci olmak var
Bir bilgeyle de karşı karşıya kaldım hep. Soruyu da bu yüzden sorma ihtiyacı duydum. Bir amacım daha vardı ama. Onun çok az bilinen bir özelliğini öne çıkarmak. Bir hikâyeci de olduğunu söylemek… Babil’den Sonra Yaşayacağız adlı kitabı, bizi o hikâyeleri okumaya çağırıyor. Bende eski, imzalı bir baskısı var. Şimdilerde yeni fotoğraflı olanı da bulunuyor. O da unutulmasın, bilinmeyenlerin arasında kaybolmasın istedim. Şimdi sorum size biraz daha haklı gelmiyor mu?