21 Kasım 2024, Perşembe Gazete Oksijen
03.09.2021 04:30

Ferhan Şensoy’un son oyunu

Ortak bir hocamız vardı. Tiyatroya, edebiyata, daha da önemlisi insan olmaya dair birçok değerli bilgi edindiğimiz bir hocamız... Haldun Taner... Farklı zamanlarda ve elbette farklı şekillerde geçmiştik rahle-i tedrisatından. Bir gün bir dersimizde söyledikleri, aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ hatırımdadır. Oyunculuğun mizacında sadece sahnede değil, gündelik hayatta varlığını duyurma ve hissettirme kaygısı vardı. Onları tutamazdınız. Kendilerini gösterecek o sahneyi mutlaka bulurlar ve hemen ortaya çıkarlardı. Ferhan Şensoy da onlardan biriydi işte. Aktörlük onun doğasında vardı. Çok yol almıştı. Daha şimdiden tiyatromuzda çok önemli bir yer edinmişti... Haldun Hoca’nın bu yorumunu dinlediğimde kendi yolumun başlarında bile değildim. O yola çıkmaya hazırlanıyordum sadece. Tereddütlerim, heyecanlarım ve korkularımla tabii. Aralarındaki ilişki hakkında pek bir bilgim yoktu. Bir usta-çırak veya hoca-öğrenci ilişkisinin havası ve duygusu hakimdi ama sanki, sesine ve söylediklerine. Öyle idiyse, bir öğrencisinden böyle övgüyle, hatta hayranlıkla söz etmesi ne kadar saygı duyulası ve öğreticiydi. Zamanın akışında bu ilişkinin nasıl bir derinlik taşıdığını öğrenecektim. Hem cenazesinde hoca için ‘Ben babamı kaybettim’ dediğinde, hem de aradan başka yıllar geçtikten sonra bizzat kendisinden... 

O muzip çocuk

Gazetecilik yaptığım günlerdi. Daha da doğrusu gazeteciliği oynadığım günler... Yazarlık sevdasına eklenmiş bir başka sevda diyelim. Röportajlar yapıyordum. O günlerle ilgili de unutamadığım anılarım vardır. Vakti geldiğinde onlar da birileriyle paylaşılmak istenecektir belki. Onlardan biri de Ferhan Şensoy ile alakalıdır işte. Doksanlı yılların başlarıydı şimdi yanlış hatırlamıyorsam. Hangi oyununun prömiyerinin iki gün öncesiydi, hatırlayamıyorum. Güle Güle Godot olması kuvvetle muhtemeldir. Haldun Taner’in anlattıklarını paylaşmıştım. Gülmüştü. Ele avuca sığmaz, manyak bir çocuk olduğunu söylemişti. Ben de bunu muzip bir çocuk gibi anlamayı tercih ettiğimi… Gülümsemişti. Bu nükteleri nerden bulduğunu sormuştum. Hayranlığımı göstermeyi ihmal etmeyerek tabii. Sorunun soruluş şeklini varın, siz düşünün artık. Yine gülmüştü. “Hayattan tabii, sokaktan... Bir tarafımızdan uydurmuyoruz herhalde!” gibisinden bir cevap vermişti. Bunlara yakın sözlerdi. Üslubuna yakışan sözler... Tamı tamına nasıl hatırlayayım şimdi. Aradan otuz yıla yakın bir süre geçti. Röportajdan sonra nezaket gösterip temsil için iki bilet hediye etmişti. Hem de ilk sıradan... Bunu bir davet gibi görebilirdim. Bu davetten onur da duyabilirdim. Ama asıl hatırlamaya değer bulduğum bu değildi, beni bekleyen bir başka sürprizdi. Oyun başladığında sahneye çıktığında çok yakınıma gelip beni gülümseyerek selamlamıştı. Rolünü oynarken… Bunu hiç kimse anlamamıştı büyük ihtimalle. Yaptığını çok ustaca yapmıştı çünkü. Göz göze geldiğimiz en değerli anlardı onlar. Belki iki, bilemediniz üç saniye sürmüştü. Hepsi o kadar. Ama nasıl değerliydi. Nasıl komik ve duygulandırıcı. Muzip çocuk yine sahnedeydi. Haldun Taner’i hatırlamıştım. O da hatırlamış mıydı?

Geride kalan bir hoş sedadır

Şu kısacık ve mütevazı anma yazısında oyunlarından uzun uzadıya söz edemem. Buna ne bu yazının sınırları yeter ne de benim bilgim. Birileri zaten bu işi üstleniyor, üstlenmeye devam edecek de... İşte bu sebeple sizinle başka yerlerde bulamayacaklarınızı paylaşmak istedim. Ne kadar önem taşıyıp taşımadıklarını bilmeden. Bu değerli tiyatro insanımızın mizacını anlatma çabalarına ben de belki karınca kararınca bir katkıda bulunabilirim umuduyla... Çorbada benim de biraz tuzum bulunsun misali...  Bir de şunu söylemeye ihtiyaç duyuyorum. Ölmeyi de anlamlı kılmak diye bir gerçek vardır, bilir misiniz? Buna ölmeyi hak etmek de diyebilirsiniz. Ferhan Şensoy dolu dolu bir hayat yaşadı. Düşündü, acı çekti, güldürdü, hayata farklı yerlerden bakmamıza imkân verdi. Bir yerlerden bir ışık tuttu. Bu ışığın gösterdikleri kimilerine hayat sevinci verdi kimilerine rahatsızlık... Bir sanatçı daha başka ne isteyebilir? Büyük bir çabayla bu şehrin tarihine yeniden kazandırdığı Ses Tiyatrosu bile başlı başına bir abidedir artık. Bu mirasa sahip çıkılır umarım. Yine de, tüm yaptıklarına rağmen erken bir ölüm bu ama değil mi? Ne yaparsınız... Sevilenler her zaman erken ölümleriyle anılırlar. Bu da onun bize son oyunu olsun. Gelin o zaman biz de kendisine bir küçük muziplik yapalım. Bulunduğu yerden yine gülümseyeceğini umarak... Cümlemizi söyleyiş tarzına benzetmeye çalışarak... Ne yaptın, ne yaptın, ne yaptın sen Ferhan!
Mario Levi
Mario Levi