Her sarsıcı kayıp zamanın akışında hikâyesini doğurur. Derinlerinde yasları gizler çünkü. Gün gelir onları daha çok hissedersiniz. Hele bir de ardınızda uzun yılları bırakmışsanız. Tanıklıklarınızdan kalanlar hafızanızın gizli bir çekmecesinde yaşar. Kayıplardan bahis açıldığında aklıma sık sık kitabevleri gelir. İstanbul’un tarihte iz bırakmış, birçok sakininin gönlünden ve hatıralarından geçmiş kitabevleri... Birkaç anlığına gözlerinizi kapatın. En çok hangisini hatırlıyorsunuz şimdi? Zihninizde canlananlar elbette sizi size bir daha gösterebilir. İstanbul ne yazık ki bir kitabevleri mezarlığıdır da biraz. Yollarından geçenlerin pek çoğunun göremediği bir mezarlık... Asıl acısı da bu değil midir? Göremeyince eksikliğini de duymaz insan. Ya görenler? Benim en uzak, haliyle de silik resimlerim Beyoğlu’ndaki Hachette’te kalmış. O kadar ki şimdi tüm hatırladıklarıma ‘Acaba gerçekten öyle miydi?’ sorusu da eşlik ediyor. Bugün yerinde bir kafe var. İki katlı, çocuk gözlerime çok büyük görünen haliyle hatırımda artık. Bir de Fransızca kitapları ve dergileri bulundurmasıyla… Bugünden baktığınızda İstanbul’un böyle bir mekânının varlığını yıllarca sürdürmüş bulunması size neler hissettirebilir? Şehrin zamanın akışında nerden nereye geldiğini tekrar sormak gelir mi içinizden? Bilmem. Belki mesele daha çok bu kültürle bir bağ kuranları yaralar, meşgul eder.
Yazının tamamını görebilmek için lütfen abone olun. ABONE OL
Aboneyseniz
üye
girişi
yapınız.
Oksijen'e e-gazete aboneliği ile edineceğiniz avantajlar; Oksijen yazarlarının tüm yazılarına erişim Gazeteoksijen.com üzerinden 7/24 güncel haber erişimi Her gün e-posta kutunuza gelen Oksijen bülteni Gazete Oksijen, O2 ve özel yayın arşivine erişim