Çocukluğumda babamdan sokakta dondurma istediğimde önce havaya bakmamı ister, havada bulut yok ise yere bakmamı ister, yer de kuru ise dondurma almama onay verirdi. Bugün bile dondurma yiyeceğim zaman gayriihtiyari bir havaya, bir de yere bakarım. Birçoğumuz gibi dondurmayı severim. Tadını da, kokusunu da, dokusunu da. Ağzı uyuşturan soğukluğunu, dile yapışan kremamsı dokusunu, aromalarını, tatlılığını. Ama dondurmadan dondurmaya bu dokular, aromalar, tatlılık farklılık gösterir. Kimi daha kumlu iken kimi daha kremamsı olur. Kimi daha tatlıyken kimi tatlılığı geride tutup ekşilikle dengeleyerek aromalarını öne çıkarır. Bir diğer çocukluk hatıram da Atatürk Orman Çiftliği’nin dondurmalarıdır. Bu mavi karton kaptaki dondurmanın kaymaksı tadını ve dokusunu, mis gibi süt kokusunu hâlâ unutamam.
Dondurmanın kökeni meçhul olsa da kimi kaynak kökenini Moğollara, kimi de Marco Polo’nun Çin seyahatlerine bağlar. Ama kışın karlıklarda buz ve kar stoklayıp yazın içecekleri soğutma kültürü coğrafyamızda belki de Selçuklu’ya kadar dayanıyor. Avrupa ise dondurma kültürünü 16. yüzyıldan sonra Catherine de Medici gibi isimlere bağlasa da Avrupa dondurmasının kökeni çok karışıktır.
Yazının tamamını görebilmek için lütfen abone olun. ABONE OL
Aboneyseniz
üye
girişi
yapınız.
Oksijen'e e-gazete aboneliği ile edineceğiniz avantajlar; Oksijen yazarlarının tüm yazılarına erişim Gazeteoksijen.com üzerinden 7/24 güncel haber erişimi Her gün e-posta kutunuza gelen Oksijen bülteni Gazete Oksijen, O2 ve özel yayın arşivine erişim