Çocukken dedemle esnaf lokantalarına giderdik. İlk defa kuzu inciği orada görmüştüm. Bana görüntüsü çizgi filmlerdeki hani o top gibi, kemiği toptan dışarı çıkan, elle kemiğinden tutulup yenen etleri hatırlatmıştı. Tabakta sığ bir suyun içinde patatesler, havuçlar, arpacık soğanlar, üzerinde de bir adet kuzu incik servis ediyorlardı. Görüntüsü de kokusu da çok cezbediciydi. Nar gibi kızarmış etler çatalla bile bir dokunuşta tiftik tiftik dağılırken etin dokusu da pamuk gibiydi. Altındaki patatesler ve havuçlar yemeğe tatlı bir lezzet kazandırırken suyunun terbiyesinden de bu tatlılığı dengeleyen bir ekşilik geliyordu.
Tabii o zamanlar terbiye nedir bilmiyordum. Daha sonra büyükannemi izlerken gördüm terbiyenin ne olduğunu. Yumurta sarısı, limon suyu, yoğurt ve tuzu karıştırıp yavaş yavaş eklediği etin suyuna “İşte bu da terbiyesi” dedi. Tadına baktığımda ılık, ekşi, ağzı buran bir tat hissettim. Ne bileyim ben bu terbiyenin inciğin suyunda pişen patates, soğan ve havuçlarla yavaş yavaş birleşince suya rayiha vereceğini, tatlılıkla ekşiliğin birbirini dengeleyeceğini. O zaman anladım terbiyenin sırrını.
Yazının tamamını görebilmek için lütfen abone olun. ABONE OL
Aboneyseniz
üye
girişi
yapınız.
Oksijen'e e-gazete aboneliği ile edineceğiniz avantajlar; Oksijen yazarlarının tüm yazılarına erişim Gazeteoksijen.com üzerinden 7/24 güncel haber erişimi Her gün e-posta kutunuza gelen Oksijen bülteni Gazete Oksijen, O2 ve özel yayın arşivine erişim