11 Nisan
Kahvaltıdan sonra önümüzdeki günlerin yemeklerini planlıyorum. Zira hem yerleşme işleri tamamlandı, hem de yarın fırtına diniyor, kısmetse denize açılacağız. B’ sabahtan yakıt, kullanma suyu ikmali yapacak , ben de kahve, sonra da ilk sefere çıkacağız. Yarın öğlen yiyeceğimiz öğünü ki benim için günün ilk yemeği olacak, seyir halinde pişirmekle uğraşmayayım, ilk demirlediğimiz yerde de yemek hazır olsun istiyorum. Malum sabah yemeyince o saatlerde kudurmuş acıkıyorum. Elimde kasap köfte var. Bir kısmını akşama tavada çevirivermek için kenara ayırıyorum. Kalanı bana kıymalı yemek bazı olacak. Önce soğan kavuruyorum. Yumuşayınca içine elma dilimi kesilmiş patatesleri koyup renk verinceye kadar çeviriyorum. Sonra köfteleri parçalayıp irice kıyma haline getirip yeterince tuz, karabiber, biraz da su, pişiriveriyorum.
12 Nisan
Sabah koşuşturmayla başlıyor. Ben dışarıdaki işleri ayarlıyorum, B’ mazot, su ve marina çıkışı işleri hallediyor. Döndüğümde motorlar çalışmış beni bekliyor buluyorum onu. Vira bismillah.
Kazasız belasız, keyifle, ağız tadıyla inşallah... İlk durağımıza geliyoruz. Pırıl pırıl güneş var, rüzgar yok, ama deniz? “Soğuk mudur, girer miyiz?” derken, ben kendimi cupp diye suya atıyorum. Attığımla, aynı nefeste dışarı çıkıyorum. O kadar soğuk! O kadar soğuk, ama dayanamayıp bir kere daha atlıyorum. Yılın ilk denizi. Mutluyum. Buz gibi. Hemen dün pişirdiğim yemeği ateşe ısınmaya koyuyorum. Hazır olunca bol dereotu kıyıp içine katıyorum. İşte kıymalı patatesli kabak ve pazı yemeği. Yanına bir de yoğurt, öğlen tamam. Öğleden sonra güneşte pineklemekle ve daha sonra Karacasöğüt’e gitmekle geçiyor. Demirleyince, daha vakit var ama peksimetleri ıslatmak lazım, üstlerine domates rendeliyorum. Biraz tuz, bolca kekik, bolca zeytinyağı gezdirip kenara koyuyorum. Enginarları da buzdolabımsıdan çıkarıyorum, oda sıcaklığına gelsinler diye... Pineklemeye devam. Akşamüstü güneş batarken, tekneyi ismine yakışır bir şekilde kutsuyoruz. Ne de olsa denizin ortasında suyun üstünde ilk akşam. Yemek anı gelince enginarları peksimetlerin üstüne boca ediyorum. Dereotu yoluyorum, nane yaprak, biraz peynir rende, tamam oluyor. Gün batıyor, hava kararırken, hava ayaza çekiyor, biz içeri giriyoruz, bezik başlıyor. 13 Nisan
Suyun üstünde uyandığımız ilk sabah. Tarifsiz! Kahve yapıyorum, güneş yükselirken çıkan dumanları seyrederek, yudumluyorum. Matımı buruna seriyorum, oracıkta, o sessizlikte güneşi selamlıyorum. Güne, vücuduma, doğaya, şansıma, her şeye şükrediyorum. Tüm gün böyle sakin sakin geçiyor. Kitabımı okuyorum, ses yok, müzik yok, gürültü yok, çırpınma yok. Elimde 6 yumurta var, 3’ünü yarına ayırıp, kalan 3’ü ile biraz domates püresi ve yoğurdun suyu ile bir çırpılmış yumurta yapıyorum, peksimetlerin üstünde, bol zeytinyağı ile yiyiyoruz. Sonra Bördübet’e geçiyoruz. Akşama son pirzolaları tavada kızartıyoruz, yanına haşlanmış brokoli. Aynı kabağı hazırladığım gibi, beyaz peynir, zeytinyağı ile. Ama bu sefer dereotu ve nane yok. Yine akşam oluyor, ayaz çıkıyor. Üşüyoruz biraz, ama keyfimiz iyi. Yine bezik oynuyoruz.14 Nisan
Son sabahımız... Bu seferlik... Kahve, yoga, derken demir alıyoruz, marinaya dönüş yolunun yarısını öğleden önce gitmek istiyor sevgilim. Yol alırken ben toplanmaya başlıyorum. Bavul toplanacak, çöpler toplanacak , marinaya verilecek çamaşırlar ayarlanacak, tuvalet kağıtları gibi ıvır zıvırlar tamamlanacak... Yani tekneden indiğinde pislerini boşaltacaksın ve geldiğinde hazır bulmak istediğin şekilde bırakacaksın. Kaptan ya da miço, mürettebat olmadığına ve her şeyi biz yapacağımıza göre, tüm düzeni almakta fayda var. Buna tuvalet kağıtlarını tamamlamak, çöp kutularının temiz poşetlerini geçirip kokmasın diye açık havada bırakmak da dahil.