Önce bir anı: 1996 ve 2000 yılındaki ölüm oruçlarında arabulucu olarak devreye girmiştik. Savcının odasında bir grup milletvekili ve bazı yazarlar, sanatçılar olarak toplanmışız, konuşuyoruz. Bir arkadaşımız, “Yetkililerden önce, aydınlar girsin” dedi, “tutsaklarla aydınlar konuşsun, ortamı hazırlasın, sonra parlamenterler de girer, görüşmeleri hep birlikte genişletiriz.” Bunun üstüne, politikacılardan müthiş bir itiraz yükseldi. “Ne demek aydınlar girsin? Biz aydın değil miyiz?” O zaman bir kez daha anladım ki, bunu bir mertebe olarak görüyor insanlar. Aydın olmayı, daha üstte bulunmak gibi anlıyorlar, aydın olmamayı da hakaret olarak algılıyorlar. Bu algılama “entelektüel” sözcüğünün tanımıyla örtüşmüyor. Yan yana gelmiyor. Burada yine terminoloji meselesi çıkıyor karşımıza. Oysa her şey kavramlarla anlaşılıyor. Ortak terminoloji şart. Osmanlı’da münevver deniyordu. Münevver, “tenvir edilmiş, tenvir olmuş insan” anlamında kullanılıyordu. Tenvir, aydınlatma demek. (Eskiden tenvirat vergisi alınırdı. Belediyelerin aldığı aydınlatma ve temizlik vergisine “tenvirat-tanzilat vergisi” denirdi.) Münevver de; ışıklandırma, aydınlık verme, aydınlanma ile ilgili bir sözcük. Osmanlı’daki münevver tanımı, Cumhuriyet’te de aydın kavramıyla devam etti. Fakat aydınlanmayla entelektüellik aynı şeyler değil. Entelektüel, zihnini doyurma sevdasıyla yaşayan, bilme yetisini geliştirmeyi önemseyen, hayatı anlamaya öncelik veren bir kişilik özelliğidir. Konuları derinlemesine düşünmeye eğilimli bir insan tipidir. Sözcüğün tanımı böyle. Bunu bir yaşam tarzının karşılığı gibi görmek de doğru değil. Belli bir giyim, konuşma biçimi, moda gibi şeylerle karıştırmamak gerek. Ama yaşama düşünsel bakış tarzı gibi kabul edebiliriz. Bazı insanın fiziksel ihtiyaçlarını, başka bazı insanların duygusal ihtiyaçlarını karşılamak yolunda uğraşması gibi, entelektüel de, zihinsel ihtiyaçlarını daha fazla önemseyen, anlama uğraşına daha çok ağırlık veren insan. İnsanlar arasındaki düşünmeye ve anlamaya yönelik bu ilgi farkı, sadece niceliksel bir mesele değil. Hani her insanda şizofreni veya paranoya ile ilgili özellikler bulunur ya, öyle bir şey. Belli bir sınırın üzerinde, gündelik hayatını, diğer insanlarla ilişkilerini etkileyecek düzeyde olunca, “o kişideki paranoya diğerlerinden fazla” denecek durumu aşıyor artık. Diğerleri o açıdan sağlıklıyken, bu kişi “paranoyak” diye niteleniyor. Her insanda bir miktar merak vardır elbette fakat belli bir düzeyden sonra, bu durum, “diğerlerinden daha fazla” denecek durumu aşıyor, niteliksel bir farka dönüşüyor. Hayatını düşünerek yaşamak, böyle bir tercihin bulunması, böyle bir kişilik özelliği. Asıl üzerinde durmak istediğim mesele şu; entelektüel insandaki bu özellik, bir mertebe değildir. Onu yücelten bir özellik değildir. Bilgi birikimiyle ilgili bir konu da değil bu. Entelektüel insanlara düşünmek keyif verdiği için, hayatın tadını, büyük ölçüde, araştırmalar ve zihinsel çalışmalar aracılığıyla çıkardıkları için, genellikle bilgi birikimleri de yüksek oluyor; bu nedenle de entelektüel demek, çok şey bilen insan demekmiş gibi bir görüntü oluşuyor. Böyle bir istatistik olabilir, ama entelektüel tanımı, kişinin bilgi miktarına bağlı değil, bilgiyi önemsemesine, düşünmeyi sevmesine bağlı. Düşünmeyi daha az seven bir kişiyi entelektüelden aşağı düzeyde görmek, kabul edilemez bir tutumdur. İlle de entelektüel niteliğinin bulunması gerekmiyor ki bir insanın. Başka bir alanda yetenek geliştirmiştir belki. Birçok açıdan ortalama bir entelektüelden daha saygıdeğer olabilir. Örneğin resimde veya sanatın başka bir dalında üst düzey bir yaratıcılığı bulunabilir, iyi bir müzisyen, başarılı bir doktor, özverili bir politikacı olabilir insan. Dünyanın büyük ressamları, büyük müzisyenleri, büyük sanatçıları entelektüel insanlar değildi. Aralarında entelektüel olanlar vardı elbette, bu onlarda, büyük sanatçı olmalarından bağımsız bir özelliktir. Zaten sanatçı kavramı da kendi başına büyük bir konu başlığı olarak ele alınabilir. Bu alanda da bir kavram karmaşası yaşanıyor. Sahneyle, gösteri dünyasıyla, müzikle, defileyle, reklamla bir şekilde ilgisi olan, o çevrelerde bulunan, o iletişim içine giren herkese sanatçı deniyor. Böyle olunca da, bir çevrede bulunmakla, bir yaşam biçimiyle, giyiniş tarzıyla, konuşma tarzıyla karıştırılıyor. Ve sanatçılık ile entelektüelliğin ille de bir arada bulunacağı var sayılıyor. Entelektüel olduğu düşünülen insanlara bazen öfke dolu tavırlar, olumsuz tepkiler ortaya çıkıyor. Bunlar, onlara yönelik beklentilerin karşılanmamasından kaynaklanabilir. Bazen de, ayrıcalıklı konumda bulunan insanlara karşı bir tür kıskançlık gibi ortaya çıkıyordur. Oysa entelektüel niteliklerinin bulunması insana pek de kişisel avantaj sağlamaz. Mutluluk ve huzur gibi beklentilere zaten karşılık gelmez, entelektüellik. Çok da özenilecek bir şey değildir. Tersine, entelektüel olmak acı çekmek demektir. Etrafında olup biteni, dünyada olup biteni yorumlayan kişi, “Bana ne, benim keyfim yerinde” deme lüksüne sahip olabilir mi? Bu açıdan önemli bir şey, entelektüellik. Suskun kalamamak, görmezden gelememek gibi özellikler, entelektüel kişiliklerde, dünyaya bakış biçiminden dolayı ortaktır. Bunu da insana itibar sağlaması gibi yorumlamamak gerek. Daha doğrusu, entelektüel bir kişilik, kendi konumu hakkında mutlaka böyle düşünür. Toplumun veya aklı başında yöneticilerin entelektüele önem vermesi, saygı duyması başka bir şey, ama kimse, keyifli bulduğu için, kendisine bir derece kazandıracağı için entelektüelliği tercih edemez. Entelektüeller zaten toplumla da, yöneticilerle de kolay kolay uyuşamaz. Genellikle çoğunluktan ayrı düşerler. Onun için “entelektüel yalnızlığı” diye bir şey vardır. Popülarite ile entelektüellik bir araya çok zor gelir. Ender durumlarda, bazı tarihsel durumlarda, özel bir konjonktürde denk geldiği olmuştur. Normalde entelektüeller, gündelik hayatın koşuşturması içinde pek ilgi gören insanlar değildir. “Aydın” dendiğinde, özellikle Türkiye’deki bir kişiden söz edilince, devrimlerden, aydınlanmadan yana bir insan kastediliyor. Sadece kendi aydınlanmış değil, toplumu aydınlatma gibi bir misyon üstlenmiş kişi diye düşünülüyor. Birine aydın demek için, toplumsal alanda bir tarafta yer almak, hatta bir mücadele yürütmek şartları aranıyor. Ve bu kişinin, bir entelektüel olduğu kabul ediliyor. Oysa onun entelektüel olması şart değil. Bence entelektüel, toplumsal sorumluluk üstlenmeli. Farkında olduğu, gördüğü gerçekleri dönüştürme veya geliştirme yolunda çabalamalı. Zaten belli bir bilinç düzeyinde vicdan da mutlaka işin içine girer; haksızlığı ve zulmü neden sonuç ilişkisiyle fark edip de insanın sessiz kalması kabul edilemez geliyor bana. Ama böyle davranmadığı halde entelektüel tanımına uygun olabilir bir kişinin özellikleri. Entelektüel olabilir, ama aydınlanma devriminden, yaşadığı dönemdeki ilerici hareketlerden yana olmayabilir. Böyle insanlar, bu ayrımı somutlaştıran hepimizin tanıdığı insanlar var. Mesela Latin Amerika’yı alalım, daha uzak bir örnek olsun diye. Marquez, Küba Devrimi’ne, sosyalist hareketlere, eşitlikçi toplum idealine yakın bir insandı. Pablo Neruda da öyleydi. Ama Borges öyle değildi, o konularla pek uğraşmazdı. Bizde kullanıldığı anlamda, Marquez ve Neruda, çok önemli birer aydındı. Oysa içlerinde en entelektüel olan Borges’ti. Sadece bu üçü içinde değil, Latin Amerika yazarları, hatta dünya yazarları arasında, en entelektüel olanlardan biridir. Entelektüellik, insanı mutlaka belli bir politik tavra götüren bir özellik değil. Dünyayı zihinle, bilgiyle anlama çabası, hayatı o yolla kavramak demek. Aydın ile entelektüel kavramlarını eşanlamlı kullanmak bizi yanlış yerlere götürüyor. Örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki o meşhur “köy imamı-köy öğretmeni” karşıtlığında ortaya çıkıyor bu. Burada, aydın, köy öğretmeni oluyor. Bunu entelektüel ile aynı anlamda kullanınca konu karışıyor. Aydın bir köy öğretmeninin entelektüel olması çok zor, çok küçük bir olasılıktır. İstisna düzeyinde örnekleri vardır mutlaka, ama entelektüellik tipik bir aydın köy öğretmeninin belirleyici özelliklerinden değildir. Devrimlerden yana olur, sapasağlam yürekli bir insandır, zorluklarla ve gericilikle çarpışır, her türlü mücadeleyi verir, eli öpülesi, saygı duyulası bir insandır... Fakat bunlar başka bir konudur, entelektüel insan tanımına karşılık gelmez. Farklı kavramlar bunlar. Ve sorun, daha çok, entelektüel kavramına hatalı yaklaşımlardan kaynaklanıyor.
03.09.2021 04:30
Aydın, entelektüel midir?
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
01 Kasım 2024
Kültür tarlasına zehirli tohum
18 Ekim 2024
İnsan üzerine notlar...
27 Eylül 2024
Narin bedenlerde adaleti aramak...
Tüm Yazıları
13 Eylül 2024