Vicdanlar nasır bağladı sanıyordum çünkü bu ülkede her gün o kadar çok facia yaşanıyor ki, üst üste gelen dehşet haberlerinin hangisine yanacağını bilemeyen iyi insanlar gündelik yaşamlarını sürdürebilmek için kendilerini bir çeşit korumaya alıyorlar. Ama bazı acılar, simgesel karakterinden ötürü daha çok öne çıkıyor, vicdanların körelmediğini gösteriyor. İntihar eden Enes Kara adlı genç tıp öğrencisi, facialara kanıksanmadığının, insanların hala gönül telinin titreyebildiğinin bir kanıtı oldu. Bu acılar birikim yapıyor, eski acıları da hatırlatıyor. Tarikat yurtlarında din kisvesine bürünmüş örgütlerin eline düşen savunmasız çocuklara yapılmadık kötülük kalmadı. 11 kız çocuğumuz yangın kapısı kilitli bir yurtta yanarak, dumandan boğularak can verdi. Daha geçenlerde bir çocuğumuzun kafası kesildi. (Yazarken bile ürperiyor insan.) Tarikatlarda tecavüze uğrayan çocukların ise haddi hesabı yok. Bunlar sadece duyulanlar. Kapalı kapılar ardında, kuytu köşelerde kim bilir kaç yüz, kaç bin çocuğumuz istismara uğruyor, umutsuzluğa sürükleniyor, sessizce acı çekiyor, intihara kalkışıyor. Bu kadar büyük bir toplumsal yara ancak o karanlık köşelere ışık tutarak görülebilir. Ziya Paşa bunu çok güzel söylemişti: Rencide olur dide-i huffaş ziyadan (Yarasanın gözü ışıktan rahatsız olur.) Bu yarasalar karanlıkta korkunç suçlar işlerken, eski dönemleri bilmeyen, facianın boyutu hakkında hiçbir fikri olmayan yeni kuşaklar ve onların özellikle Batı’yı model alan takımı, cemaatlere, tarikatlara özgürlük sloganıyla, onların değirmenine su taşıdı maalesef. *** Laik ailelerde büyümüş olanlar, Türkiye’nin tarikat gerçeğini bilmeden yetişmiştir. Oysa toplumun çok büyük bir kesimi yüzyıllardan beri tarikat yapılarıyla örgütlenmiş durumda. Siyaseti de etkisi altına alan bu yapılar, buz dağının asıl kitlesini oluşturuyor. Başı kesilen çocuğun ve Enes Kara’nın babaları gibi, cemaati kendi evladının canından daha yüce bir yere yerleştiriyor, o otoriteye bağlılığı kesinlikle sarsılmıyor. (Acaba o çocukları doğuran anaları da böyle mi düşünür?) Siyasi partiler ve iktidarlar üzerinde büyük etkileri olan bu tarikatlar, bakanlıkları paylaşıyor, kamusal gelirin üzerine çöküyor, ihaleler alıyor ve bazı somut örneklerle bildiğimiz gibi Cumhuriyet hükümetlerinin bazı bakanları cemaat liderinin huzuruna, dizleri üstünde sürünerek giriyor. Üstelik bu etki sadece son hükümetler ve bir tek partiyle sınırlı değil. (Çünkü o bakanın bir partisi var gibi görünüyor ama asıl partisi yüzlerce yıla dayanan tarikatı.) Müritlerini ailece seks kölesi olarak kullanan kerameti kendinden menkul şeyhler mi istersiniz, karısının ve çocuklarının gözü önünde şeyhin bilmemnesinin ve salgılarının cennetin anahtarı olduğuna inanarak oral seks yapan mı? Osmanlı’dan hatta daha öncesinden beri milyonlarca kişiyi kesin bir otoriteyle kendisine bağlı tutan bu tarikat örgütlenmesinden kurtulmadıkça demokratik bir cumhuriyet hayali asla gerçekleşmeyecek ve işin farkında olmayan kişiler her seçim sonucunda ‘’Aaa niye böyle oldu?’’ diye hayal kırıklığı içine düşmeye devam edecekler. Şu sıralarda bile cemaatler, yaklaşan seçimlerin, yeni iktidarın paylaşım pazarlıklarında.
14.01.2022 04:30
Karanlığın yuttuğu bir genç daha
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
01 Kasım 2024
Kültür tarlasına zehirli tohum
18 Ekim 2024
İnsan üzerine notlar...
27 Eylül 2024
Narin bedenlerde adaleti aramak...
Tüm Yazıları
13 Eylül 2024