Yaşamımın hiçbir döneminde not tutmadım. Yalnız 1981’de Yunanistan’daki yaz turnesinde Ülker not tutmam için çok ısrar etti, “İleride hatırlamana yardımcı olur” diyordu. Onu kıramayarak bazı notlar aldım. Şimdi geriye dönüp bakınca bu notların benim için çok değerli olduğunu görüyorum. Çünkü sorun o dönemi ve olayları hatırlayıp hatırlayamama değil. O anın coşkusu ve duyguları yansıyor notlara. Daha sonra yazılanlar ise kuru betimlemeler biçiminde kalıyor. Beni çok etkilemiş olan Yunanistan dönemini mavi kapaklı defterlere yazdığım bu notlardan aktarayım: Akdeniz Akdeniz, senden aslımız Masmavi bir aydınlıktan gelir neslimiz ‘’Bütün Akdenizliler gibi Yunanlılar da acı çekerek, bu acıyı sonsuz bir sevince dönüştürerek söylüyor şarkıları. Çok ciddi bir iş yaptıklarının farkındalar. Hayat, ölüm, dünya, yaratılış üstüne düşünür gibi... Sanki ölümlü insanoğlunun trajik sırlarından birinin açıklanış anıdır o şarkı. Bir ayindir. Bir kurban törenidir ki, kan yerine yanık ses akar yaralarından. İlk duyduğumda şaşırmıştım: “Tragudi”, Yunancada şarkı anlamına geliyormuş. Oysa sözcüğün şarkıyı çağrıştıracak bir müziği yoktu. Bağlantıyı sonradan kurdum: “Tragudi”, eski Yunanca “tragedi” den geliyor. Bu bağlantı birçok şeyi açıklıyor galiba. Batı’nın, son yıllarda ürettiği plastik müzikle; mutlu, sağlıklı ve dinamik işçiler yaratmak için giriştiği denemeler yanında bütün Akdeniz, Sicilya’dan Girit’e, Barcelona’dan Mersin’e kadar yanık, trajik bir hüznün yankılandığı şarkılarla çınlıyor. “Melali anlamayan nesle aşina değiller.” Ama Akdenizli’nin hüznü diğer bölgelerden ayrılıyor, inleme değil Akdenizli’nin şarkısı. “Bak ben ne kötü durumdayım. Siz de bana acıyın. Hep birlikte ağlayıp hayata lanet edelim” diyen ve içinde öfkeler, yıkıcılıklar taşıyan bir ölümseverlik değil bu. Çünkü ölümseverlik Fromm’a göre toprağa ve ana rahmine dönüşle ilgilidir. Deniz acıyı yakamozlandırır, tuzunda yakar, sağlıklı diri kılar ve Akdenizli şarkı söyleyip dans ederken, “Eh işte böyle kardeş” der. “İnsanoğlu ölümlü! Acılar içinde, şu güzelim dünyaya doyamadan gider. Gel biz bunu, insanın insana omuz verdiği bir büyük sevince dönüştürelim.” O zaman sevinç ile hüzün, acı ile mutluluk birbirinin içinde erir, insanoğlu ve tarih, şarkı söyleyenin dilinde yeniden kurulur. Arabeskin yakınması, şehre gelmiş köylünün güzel kadınlara ve zengin yaşamına kavuşmak için yalvarmasını, Akdenizlinin şarkısı ise bir filozofun hüznünü yansıtır. *** Bir gün deniz kıyısında bir evde 15-20 kişi oturmuşuz. Türkü söyleyip duruyorum. İzmir’in Kavaklarına, geliyor sıra. Aramızda çok yaşlı Yunanlı kadınlar var. Belki doksan, belki yüz. Çok yaşlı, yüzü Efes kalıtlarına dönmüş bir kadın iki sıralı yaş döküyor ve Türkçe, “İzmirliyim” diyor. “Beş kardaşım var idi. Beşini de Germanlar vurdu. En küçüğü senin gibi türkü söylerdi. Sesi sana benzerdi.” Atina’da bir konserden sonra yaşlı, iyi giyimli bir İstanbul hanımefendisi “Efendim! Ahmet Haşim Bey’den de besteler yapıyor musunuz? Kendileri yakınımdır” diyor. Böyle birçok şaşırtıcı an yaşıyor, iki ülke tarihinin nasıl iç içe geçmiş olduğunu anlıyoruz. Daha sonra Maria’yla birlikte Yunanistan’ın çeşitli kentlerini dolaşıyoruz. 1981 turnesi Girit, Samos, Midilli, Korfu ve Kithira adalarını kapsıyor. Girit Adası’nın çeşitli kentlerinde iki konser veriyoruz. Uçakla gittiğimiz Girit’te bizi iki otobüs bekliyor. Otobüslerin birine sekiz kişilik orkestra üyeleri, bizler ve gazeteciler biniyoruz. Ötekine ise ses aletleri yükleniyor. Hoşumuza giden kıyılarda durup yüzüyoruz. Kıyılardaki balıkçı lokantalarında verilen öğle yemeği molaları en az üç saat sürüyor. Barbunya, kalamar, ıstakoz, ahtapot, bir Girit yemeği olan horta ve reçina şarabı dolu masalarda sohbet koyultuluyor. Akşamüstü vardığımız kentte otele iniyor, en geç bir saat içinde de ses provası için konser yerine gidiyoruz. Konserler genellikle şehir stadyumlarında oluyor. Sahanın ortasına kurulmuş sahnede ses ve ışık provası yapıyor, sonra konser saatini bekliyoruz. Genellikle geceyarısından sonra biten konserlerin arkasından belediye başkanları ve kentin ileri gelenleri bizi bölgelerinin tanınmış tavernalarında ağırlıyorlar. Elli altmış kişilik yemeklerde resmi konuşmalar yapılıyor, kadehler Türk-Yunan dostluğu onuruna kalkıyor; Yunanlılarda âdet olduğu üzere yemek sonunda bana ve Maria’ya birer hatıra veriyorlar. Ya deniz kabuklarından yapılmış gümüş zincirli bir tespih ya da Midilli Adası’nın yaşlı kimyager belediye reisi gibi kendi elleriyle yaptığı, altınla kaplanmış Midilli yaprakları.
11.06.2021 04:30
Yakamozlu anılar...
Müzik konusunda yanlış anlamalar
22 Kasım 2024
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
01 Kasım 2024
Kültür tarlasına zehirli tohum
18 Ekim 2024
İnsan üzerine notlar...
Tüm Yazıları
27 Eylül 2024