Teknelerdeki su yapıcıların bir güvenlik sistemi var. Üretici firma diyor ki; “Eğer denizde 200 ppm (particules per million) üstünde kirlilik yükü varsa bu makineyi çalıştırmayın.” Bir denizci arkadaşımız Haziran ayı sonunda Muğla’nın en ünlü kara ve deniz turizmi duraklarından birinde tatil yaparken su azalıyor ve makineyi çalıştırınca 400 ppm ölçüyor. Denizdeki bu partiküller, fito-zoo planktonlar, evsel ve tarımsal atıkların denize karışmasıyla birikmiş çeşitli kimyasallar, mikro plastikler. Arkadaşımızın keyfi kaçıyor, çocuklarına “Yarın açık denize çıkarız orada denize girersiniz, gidin kamaranızda bilgisayarda oyun oynayın” diyor. 400 ppm ne demek? 10x5x2 metre ebatlarında bir yüzme havuzunda 400 su bardağı atık ve mikroorganizma demek… Üstelik, bu arkadaşımız bugün, yani turizm kalabalığının zirvesinde o ölçümü yapsa kuşkum yok ki 800 ya da 1000 ppm sonucunu alacak.
Siz de kolayca ölçebilirsiniz…
Atla deve değil… Denizlerdeki kirlilik yükünü çıplak gözle ölçmek için birçok yöntem var. Mesela suyun vizibilitesine bakın, ne kadar bulanık, görüş mesafesi ne kadar kısa, o kadar problemli... Mesela denize girin, güneşe doğru avucunuzla su fışkırtın, denizin üstünde zıplayan mikro canlılar göreceksiniz, ne kadar çok ise birazdan deniz bitleri tarafından ısırılma riskiniz de o kadar yüksek… Deniz tabanına bakın, irili ufaklı kum-çakıl kaybolmuş, yerini çamurumsu, yumuşak bir zemin kaplamış, eyvah… Suyun nefes almasını sağlayan deniz çayırları devleşmiş, üstlerini siyah-kahverengi küf gibi bir tabaka kaplamış, eyvah ki, ne eyvah!.. Ya da, gece denizin içini bir su altı feneri ile aydınlatın, gün ışığında göremeyeceğiniz her şeyi bir anda salkım saçak görecek ve şaşıracaksınız. Deniz kirliliği yeni değil ama son yıllarda giderek artan bir sorun. Yazın ilk günlerinde Marmara’yı perişan eden müsilaj pek yakında Ege ve Akdeniz’de de görülebilir. (Örneğin 1990’ların başında Adriyatik’te çok ciddi bir şekilde ortaya çıktı ve denize komşu 8 ülkenin büyük çabalarıyla 10 yılda kontrol altına alınabildi.) Zaten dikkat! Mavi yolculuk kıyılarımızda özellikle kapalı koylarda, körfez diplerinde çok ciddi bir köpüklenme, bir yağlı-kirli tabaka şimdiden açıkça gözleniyor.Peki bu kirliliğin nedeni ne?
Deniz trafiğinin yoğun olduğu tatil yörelerinde kıyı turizmcileri işin kolayını buldular, “Tekneler geldi sintine bastı” gibi bir açıklamaları var. 10-15 metrelik fiber teknelerin sintinesinin bile bulunmadığını bilmeden yapılan bu gelişigüzel suçlamaların bazı istisnai doğruluk payları olsa da, denizlerdeki asıl kirliliğin karasal atıklar olduğunu akıldan çıkarmamak ve ‘sıfır atık-mavi’ kampanyası açanlara her gün hatırlatmak gerekiyor. Bundan 5 yıl önce yapılan bir araştırmada, Ege Denizi’ne her gün 20 milyon kişinin arıtılmamış atığı eş değerinde deşarj olduğu saptanmıştı. Bunun yüzde 50’sinin Türkiye kıyılarından, yüzde 35’inin Yunanistan kıyılarından ve yüzde 15’inin de Çanakkale Boğazı’ndan Ege’ye ulaştığı belirtiliyordu. Acaba bugün bu rakamın 25 milyon kişi eş değerine ulaşmış olduğunu söylesek abartı olur mu? Bu sorun sadece Ege’de değil, Akdeniz’de de çok ciddi bir kirlenme var. Adriyatik dip noktalarında, Cebelitarık yakınlarında İspanya kıyılarında ötrofik (ölü) bölgeler bulunuyor. AB yıllardır Akdeniz’deki kirlilik ile mücadele ediyor ve kirleticiler sırasıyla; evsel atıklar (arıtılmamış kanalizasyon), sanayi ve tarımsal kirlenme, deniz kıyısında tatil yapanlar (özellikle katı atık-çöp), balıkçılık atıkları, binlerce kişilik cruise gemileri ve nihayette çok çok küçük bir oran olarak yat turizmi (ticari ve özel tekneler) olarak sıralanıyor. TÜDAV’ın 2019 tarihli bir araştırmasına göre, Türkiye’de 1399 belediyenin 408’inin hiç arıtması yok. Sadece 203’ünün ileri seviye arıtması var, yani denizi kirletmiyor. Geri kalanında doğal, fiziksel ya da biyolojik arıtma yapılıyor. Yani deniz kirliliği açısından hiçbir hükmü yok. Oysa Çevre Bakanlığı karasal, sınai, tarımsal atıklar konusunda parmağını oynatmazken, yıllardır bileti denizcilere kesiyor; “Tüm atıklarınızı kara tesislerinde vereceksiniz” diye amatör denizcileri olmayan atık alım tesislerinde atık vermeye zorlayan, astronomik cezalarla tehdit eden, hiçbir pratik anlamı olmayan yasal düzenlemeler peşinde koşuyor.Denizlerin karasal kirliliğine bir örnek: Bodrum
Örnek… Bodrum son yıllarda nüfusu kışın 800 bine, yazın 2 milyona dayanan bir tatil merkezi. Teorik olarak kanalizasyon sisteminin yüzde 60’ı 3 noktada birinci kademe arıtma tesislerine bağlanır, sonra günlük 10 bin metreküp kapasiteli derin deniz deşarjı borularıyla Ege’ye aktarılır. Yüzde 20’si toprağa, kuru dere yataklarına arıtılmadan deşarj edilir. Geri kalan yüzde 20’si de yine günlük 10 bin metreküp kapasiteli derin deniz deşarjı ile Turgutreis’in 200 metre açığından hiçbir arıtma olmadan denize boşaltılır. Bu teorik hesaba göre, Bodrum’un günlük kirli atık suyu 50 bin metreküp. TÜİK verilerine göre Türkiye günlük atık su ortalaması kişi başına 120 litredir. Bodrum’un ortalama 1 milyon kişi olan nüfusunun günlük kirli atık su miktarının 120 bin metreküp olması gerekmiyor mu? Nerede gerisi? Muhtemelen arıtma tesisi olan turistik tesisler haricindekiler hiçbir arıtma yüzü görmeden yine denizde!Denizcilerin atıkları ne oluyor?
Bodrum örneğinde Turgutreis’in denizciler açısından acıklı bir öyküsü var: Yıllardır denizcilerden atık sularını marinalardaki atık alım tesisine vermeleri isteniyor. Bu marinalardan biri de Turgutreis’te. Gidiyorsunuz marinaya büyük bir çevre duyarlılığı ile atık alım tesisine yanaşıp epeyce bir de para verip atığınızı boşaltıyorsunuz. O atık önce kanalizasyona ve ardından hala hiçbir arıtmadan geçmeden marinanın 300 metre ilerisinden denize doğru yoluna devam ediyor. Buyrun size, yasal bir derin deniz deşarjı temizlik sistemi, ya da ‘sıfır atık mavi’ sistemi! Turgutreis ileri biyolojik arıtma tesisi inşaatı Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin Dünya Bankası’ndan yıllar sonra temin edebildiği 83 milyon dolar kredi ile 29 Haziran 2021 tarihinde nihayet başladı. Ne zaman biter bilmem. Bitene kadar bu komedi devam edecek.