24 Nisan 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
03.12.2021 04:30

‘Kurallar başkaları içindir’ dünyasında

"Uçaktan inişler sırayla olacağı için lütfen yerlerinizden kalkmayınız ve koridorda beklemeyiniz. Ön sıranızdaki yolcu kalktıktan sonra uçağı terk edebilirsiniz. İş birliğiniz için teşekkür ederiz.” Pandeminin sebep olduğu yeni normalde hayatımıza eklenen yeni anonslardan biri bu. Şimdi sorum şu: Bu anonsta anlaşılamayacak ne var? Küçük ve dar uçak koridorunda yakın temasta olmamanız için uçaktan sırayla ineceksiniz. Hem kendi sağlığınız hem başkalarının sağlığı için bu anonsu dikkate alacağınızı ve uygulayacağınızı varsaydığımız için teşekkür ederiz! Bu kadar! İnsanlar duyduklarını anlamıyor olabilir mi? Anlıyorsa neden uygulamıyorlar? Geçtiğimiz hafta ikisi yurt dışına olmak üzere toplam sekiz kez uçtum. Bunların altı tanesi ulusal hava yolu şirketimiz Türk Hava Yolları ile oldu. Daha önceki uçuşlarımda gözlemlediğim hadise yine tekrar etti. Diğer hava yolu şirketlerinin kabin amirleri anonsa rağmen derhal ayağa kalkan, baş üstü dolaplarını açan, bir an önce kendini dışarı atmaya davranan kim varsa engellemeyi başardı. Yolcu ısrarlı olsa da onlar daha kararlı bir tavırla herkesi yerine oturttu ve inişler hakikaten sırayla, düzenle gerçekleşti. Daha önceki özel hava yolu şirketleriyle uçuşlarımda da tanık olduğum bu düzen Türk Hava Yolları’ndaki hiçbir uçuşumda yoktu. Bunun iki nedeni olabilir diye düşünüyorum: Ya kendini devlet memuru, kamu çalışanı gibi hissetmek böyle bir şey; ‘Bana ne, ben anonsumu yaptım, kocaman insan hepsi. Bir insan kurallara uymuyorsa onun sorunu” diye yaklaşıyorlar ya da THY kullanan o kadar çok “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diyen var ki artık kimseyle tartışmaya mecalleri kalmadığı için göz yumuyorlar. Amacım THY çalışanlarını eleştirmek değil. Görevlerini yapıyor daha fazlasına karışmıyorlar ki belki onlardan istenen de budur. Ben bu kural tanımaz kalabalığa takıntılıyım. Salgın bir hastalık söz konusu olduğunda belirlenen temel kurallara uymamanın kişisel bir tercih, bir özgürlük olmadığını düşünüyorum. *** Geçen haftaki yazımda Berlin’de olduğumdan söz etmiştim. Orada yaşayan arkadaşlarımla sohbet ediyorduk. Giderek daha kabalaşan, daha talepkâr, daha öfkeli insanların arttığına dair ortak bir yorumumuz oldu. Pandemi kuralları, baskı altında hissetmek mi böyle yapıyordu insanları? Baskının etkisi olsa da daha temel daha eski bir nedeni olduğuna inandığımı dile getirdim. Kurallara uymamayı kendine hak görenler, “Kurallar benim için değil, başkaları içindir” diye düşünenler yıllardır var ve giderek çoğalıyorlar. Hadi hızlıca hatırlayalım: Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tanımaya başladığımız büyük zenginler kendi siyasi rotalarındaki seçimleri güçlendirirken yeni başka zenginlerin doğmasına da neden oldular. Her savaştan, her kıyametten, her yıkımdan sonra olduğu gibi “egemen güç” bir kez daha kendi zenginini yarattı. Yıkımdan, yokluktan, acıdan, karaborsadan kazanan yeni zengin kendi beğenisini, davranış alışkanlığını, hayatı algılayış ve dolayısıyla yansıtış biçimini de beraberinde getirdi. Başka ülkelerde kendilerine benzeyen, anlaşabildikleri ortaklarla buluştular ya da yeni ortaklar ortaya çıkmasına sebep olacak küçük güçlere pastadan pay verdiler. Kendilerine benzeyen destekler yarattılar. Avrupa’nın seçkin şehirlerinde, kulüplerinde, mekanlarında yeni ya da eski demir perde yıllarından kalan ve kirli servetini artık saklamak zorunda kalmayan karanlık isimler gösterişli, gürültülü ve öfkeli tavırlarıyla boy göstermeye başladılar. Birinci ve İkinci Dünya Savaşının kara zenginleri, geçmişlerini çoktan unuttukları için yenilere burun kıvırıyordu önceleri. Çabuk edinilmiş hiçbir servet temiz değildir ama kendinden sonraki gelene kadar hiçbiri bunu kabul etmez. Ve elbette siyasilerle iş tutan yeni tüccarların arkasında ya da ensesinde yeni karanlık güçler ortaya çıkmaya başladı. Avrupa’nın göbeğinde yeni mafya savaşları, yeni bölge paylaşımları başladı. Sofradan ekmek kapmanın yeni oyunları vardı artık. Oyunu kim yeniden başlatırsa dünyanın hakimi o olacaktı. Zorbanın itaatkarları arttıkça gücü de artar. Zorbalık tırmandıkça kitleler büyümeye başladı. Dünya siyasetinin dili değişti. Ülke liderlerinin tavrı, duruşu, söylemi diplomatik zariflikten, saygı sınırlarından uzaklaşıp kabadayılığa dönüştükçe halklarının sevgisi ve inancı arttı. Onlar da dozu arttırmakta bir sakınca görmediler. Onlar dozu arttırdıkça çevrelerindeki bakanlar, bürokratlar, büyüklü küçüklü görev sahipleri aynı tavrı takınmaya, aynı yönetim dilini kullanmaya başladı. Rusçası, İngilizcesi, Almancası, Türkçesi fark etmedi, bütün dillerde kirli, kibirli, kavgacı ve tatsız bir üslup yükselmeye başladı. Mizah ince bir iletişim yoluyken sadece alay etmek, küçük düşürmek, küçük düşürmekten duyulan hazla gülmek, güldürmek eylemine dönüştü. Halkın dili dedikleri şey halkın dili değildi aslında. Halkın arasında yaşayan bir avuç insanın diliydi. Ama liderler bu dili kullandıkça ünlüsü, ünsüzü, ünlü olmak isteyeni de bu dili kullanmaya başladı. Çirkinlik dilde başlar, davranışta somutlaşır. Dil ve davranışın çirkinliği sahibini bile rahatsız eder zamanla. Bu rahatsızlığı somut güzellikle gidermeye çalışan anlayış büyüdükçe büyüdü. Bütün dünyayı kapladı neredeyse. Güzellik kavramı da abartılı bir değişime uğradı. Aşırı zayıflık, aşırı kirpik, aşırı dudak, aşırı pahalı saat, aşırı pahalı ayakkabı... Ne giyerse giysin, sosyal medya hesabında ne paylaşırsa paylaşsın, ne kadar kalabalık takipçisi, taraftarı olursa olsun, o çirkinlik değişmeyecekti ve bunu da en çok sahibi biliyor, hissediyordu aslında... *** Ve bütün bunlardan uçakta sırasını beklemeyen, komutlara uymayan o insanlara nasıl geldik? Yavaş yavaş geldik. Bütün dünya ile beraber geldik. Bir taraf aşırı varlık sahibi oldukça diğer taraf aşırı yoksullaştı. Yoksul öfkesinin onlar gibi olursa geçeceğine inandı. Üç kuruşluk maaşını aşırı pahalı bir ayakkabıya yatırmakla, kendi çevresinde kimsenin tanımadığı o markaların sahtesine sahip olup kendini kandırmakla teselli olacağını sandı. Gidebildiği bir mekanda kendine benzeyen birini ezerek, bir garsonu azarlayarak, bir servis elemanını üzerek kendini iyi hissetti. İyiliğin ve zarifliğin hakimiyetini yitirdiği bir dünyada gücünün yettiğine kötü davrandı. Bir kurala uymamak özgürlük gibi geldi ona. Ya da bütün bunlara rağmen inandığı doğruluğun para etmediğini gördükçe küstü. Çabaladıkça çabasının beyhude olduğunu, hiçbir şeyin değişmeyeceğini, dünyanın kötü, insanların zalim, hayatın adil olmadığını düşündü. Düşündükçe ikna oldu bu kırgınlığına. İkna oldukça suskunlaştı. ‘Ben ne dersem diyeyim onlar bildiğini okuyacak’ diye düşündü. Kendi köşesine çekildi. O uçak koridorunda, pandemi kurallarına uymayanlara, ‘bana bir şey olmaz’ diyenlere bıkkınlıkla baktı. Tüm uçak boşalana kadar bekledi. Neyse ki o uçağın yarısı da koltuğunda oturup sıranın kendisine gelmesini bekleyenlerdi... Neyse ki yarısı... Çok şükür yarısı...