05 Aralık 2025, Cuma
28.09.2025 16:32

10 başlıkta Trump-Erdoğan görüşmesinin dökümü: Oval Ofis buluşmasının sonuçları önümüzdeki aylarda uygulamada görülecek

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Bu yazıyı, ABD Başkanı Donald Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında geçen perşembe günü Beyaz Saray’da gerçekleşen görüşmenin üzerinden tam iki gün geçtikten sonra yazıyorum. 

Arada geçen 48 saat içinde bu görüşmenin anlamı ve sonuçlarıyla ilgili pek çok yorum ve  değerlendirme yapıldı. Görüşme uluslararası alanda yakın bir ilgiyle izlenirken, Türkiye’nin iç politikasında da hararetli bir tartışmayı, polemikleri beraberinde getirdi. Bu çerçevede ne alınıp ne verildiği, bilançoda kimin kazançlı, kimin zararlı çıktığı gibi başlıklarda tartışmalar sürüyor. 

Muhtemeldir ki, bu tartışmalar daha uzun bir süre devam edecek. Ve herhalde önümüzdeki dönemde gerek Türk-ABD ilişkileri gerek bölgesel gelişmeler bağlamında ortaya çıkacak bazı gelişmelerin, geriye dönük bir bakış açısıyla, 25 Eylül Oval Ofis görüşmesine yapılacak referanslar üzerinden izah edilmesi, yorumlanması şaşırtıcı olmayacak. 

Beyaz Saray buluşmasının başlangıcı ve bitiminde yapılan açıklamalardan, açık kaynaklara yansıyan bilgilerden yola çıkarak ve aynı zamanda devam eden tartışmalardaki başlıklara bakarak, görüşmeyle ilgili gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

1) Görüşmenin içeriği konusunda taraflar ketum

Bu egzersize girişirken, hemen baştan altını çizmem gereken bir husus var. Hem iç basında hem de yabancı basında yapılan yorumların büyük bir bölümü, Trump ile Erdoğan arasında geçen perşembe akşamı TSİ ile 18.30’dan sonra Oval Ofis’te  gazetecilerin önünde yapılan açıklamaları ve sorulara verilen yanıtları esas alıyor. Örneğin ABD basını, görüşmeyi ağırlıklı olarak bu bölümdeki açıklamalardan hareketle, “Trump’ın Erdoğan’dan Rusya’dan petrol alımını durdurmasını istediği” başlığı üzerinden gördü.

Ancak gazetecilerin Oval Ofis’ten ayrılmasının ardından bir bölümü yemek şeklinde devam eden, iki saati aşkın süren ve çözüm bekleyen bütün sorunların tek tek masaya konduğu görüşmenin perde arkası açıklık kazanmadı. Kapalı kapıların ardında Trump ile Erdoğan arasında ne gibi konuşmaların geçtiği, hangi mutabakatlara varıldığı, hangi taahhütlerin verildiği hususlarında bilinenler çok sınırlı. 

Trump’ın görüşme sonrasında “Toplantı birçok konuda çok sonuç vericiydi…Erdoğan’la neler olduğunu duyduğunuzda, bundan etkileneceksiniz…” şeklindeki sözlerinden bazı kararlara varıldığını ya da bazı kararların çerçevesinin şekillendiğini anlıyoruz. 

Keza Erdoğan, dönüş yolunda Türk gazetecilere “Washington’dan memnun ayrılıyoruz. Atılan çamurlarla kirletilmeyecek kadar güzel bir ziyaretti… Bu temas birçok konuda anlamlı ilerleme sağlamamamıza yol açtı” diye konuştu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ise görüşmeyi  nitelerken, “tarihi” ve “mükemmelin ötesinde” ifadelerini kullandı.        

Bu bir hayli kuvvetli vurgulara karşılık, iş kesin sonuçlara geldiğinde spesifik ayrıntılara girilmiyor bu açıklamalarda. Taraflar ketum davranmayı tercih ediyor.

2) Trump-Erdoğan arasında yeni ve sıcak bir başlangıç

Bununla birlikte hemen başlangıçta şu ana tespiti yapabiliriz. Bu görüşmenin sonuçları, muhtemeldir ki önümüzdeki dönemde ortaya çıktıkları oranda ve ölçüde anlaşılacaktır. Ancak böyle olması, iki liderin bundan sonra aralarında yürütecekleri çalışma ilişkisini ve iki ülke arasındaki ilişkilerin yol haritasını 25 Eylül’de bir şekilde formatladıkları gerçeğini değiştirmiyor.

İkisi arasındaki ilişki, Trump’ın, 2017-2020 yıllarını kapsayan ilk başkanlığı döneminde sıcak açılımlardan, kendisinin Erdoğan’a gönderdiği içeriği nahoş mektuplara ve Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlara kadar uzanabilen iniş çıkışlar içinde bir seyir izlemişti. Buna karşılık, bu kez yeni dönem için tarafların oldukça sıcak bir başlangıç yaptıkları aşikar.

Özellikle Trump cephesinde Erdoğan’la ilgili övücü ifadelerinin yeni bir eşik atladığı söylenebilir. Bunda Trump’ın kendisine hasım görmediği muhatapları karşısında müzakere taktiği olarak genellikle söze hep övgüyle başlamayı düstur edinmiş olması kadar, Erdoğan’a gerçekten olumlu bakışının önemli bir etkisinin de olduğu bir vakadır. 

Aslında kendisinin geçen ocak ayında ikinci dönem için başkanlığı resmen üstlenmesinden sonra geçen zaman kesitine baktığımızda şunu görüyoruz: Başkan Trump, bir dizi nedenle bazı NATO ülkeleri de dahil olmak üzere ABD’nin dünyadaki birçok müttefikini açıkça karşısına alıp üzerlerine giderken, Türkiye’yi bu şekilde davrandığı müttefiklerinin dışında tutmuş, özenli bir şekilde yaklaşmıştır. 

Bu tutumunun gerisinde hem kendi şahsi bakışı hem de ABD’nin Türkiye’ye dönük çıkarları, hesapları da denkleme katılması gereken faktörlerdir kuşkusuz.

3) 'Hileli seçim', 'meşruiyet' ve 'Türkiye demokrasi ama biraz otoriter' tartışmaları

Görüşmenin içeriğine geçmeden önce Beyaz Saray ziyaretinin spesifik gündem maddeleri dışında kalan, ancak Türk-ABD ilişkileri ve Erdoğan’la ilgili genel anlatı açısından önem taşıyan ve yaptığımız bu döküme dahil edilmesi gereken farklı kategorideki bir dizi sonuca da dikkat çekmeliyiz. 

Bunlardan birincisi, Trump’ın görüşmenin hemen başında Erdoğan için sarf ettiği ve büyük tartışmaları tetikleyen “hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” şeklindeki sözleridir. Neresinden bakılırsa bakılsın, bu ifadenin Türk heyetinde memnuniyet yarattığı düşünülemez.  Trump’ın bu sözlerinin, tartışması uzun yıllar devam edecek bir açık başlık olarak kalacağını söylemek bir kehanet olmaz.

İkincisi, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın ziyaret öncesindeki bir açıklamasıyla gündeme soktuğu “meşruiyet”  meselesidir. Barrack’ın aktardığına göre, Trump kendisinin de hazır bulunduğu bir konuşmada “Türkiye neye ihtiyaç duyuyorsa verelim” demiş, “neye ihtiyaç duyduğu” sorulduğunda “Meşruiyet...” yanıtını vermiştir. 

Barrack, sonradan yaptığı bir açıklamayla ‘meşruiyet’ sözcüğü ile ile kastedilenin “saygı” olduğunu söyleyerek sözlerini düzeltemeye çalışmış olsa da, ağzından çıkan bu sözlerin silinmesi mümkün değildir. Bu ifade de Trump’ın “hileli seçim”  sözleri gibi ilişkilerin üzerinde asılı kalacaktır.

Bu bağlamda önemli gördüğümüz bir noktaya daha işaret edelim. “Meşruiyet”ten söz ederken Barrack’ın “Türkiye bir demokrasi ama biraz otoriter gibi…”  şeklinde bir ifadesi de olmuştur.

Trump yönetiminin bugüne kadar Türkiye’nin iç politikasına hiç karışmamasına karşılık, ABD Büyükelçisinin Türkiye’deki rejimin niteliği hakkında açıkça “biraz otoriter” nitelemesinde bulunması üzerinde durulması gereken bir tespittir. 

Bu mevzu ABD açısından bir mesele olarak görülmemekle birlikte, Trump yönetiminin üst düzey bir yetkilisinin böyle bir beyanda bulunmuş olması bir ilktir. Türkiye’de demokrasi ve yargının bağımsızlığı alanında tepki yaratan uygulama ve yönelişlerle ilgili eleştirilere de dayanak oluşturacaktır.  

4) Trump ile alışveriş: Yolcu uçağı, LNG, nükleer enerji...

Tabii bu görüşme, başarısı açısından öncesinde Ankara cephesinde atılan ticari adımlarla da hatırlanacaktır. Trump’ın dış ilişkileri büyük ölçüde ‘ne sattım- ne aldım-ne kadar kar ettim’ muhasebesi üzerinden bir ver-al mantığıyla yaklaştığı yeteri kadar anlaşılmış bulunuyor. Erdoğan da bu çerçevede ticari düzlemde bir dizi adımı ziyaretin zamanlamasıyla denk getirerek görüşmenin altyapısını, atmosferini olumlu yönde oluşturmaya çalışmıştır.

Boeing firmasından uzun dönemde alınacak ‘150 + opsiyonlu 75’ yolcu uçağı partisi bu adımlardan biridir. Burada ilginç olan husus, bu konudaki alımın ana çerçevesinin aslında büyük ölçüde zaten Biden döneminde olgunlaşmış olmasıdır. Ancak alıma ilişkin niyet beyanıyla ilgili imzaların atılması Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretinin genel dökümüne dahil olmuştur.

Keza, Türkiye’nin ABD’den 20 yıl süreyle LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz alımı) için yapılan anlaşma, nükleer santraller konusundaki işbirliğine dönük imzalanan protokol, gezi öncesinde ABD’ye bazı kalemlerde uygulanan ek ithalat vergilerinin kaldırılması gibi adımlar hep bu bağlamda görülebilir. 

5) ABD’nin desteğini yanına almak

Ziyaret ile ilgili genel muhasebedeki kayda değer bir sonucu daha vurgulamalıyız. Erdoğan, geçen perşembe günü Beyaz Saray’dan ayrılırken dünyanın en önemli gücü konumundaki ABD’nin kestirilemez, öngörülemeyen başkanı Donald Trump ile yakın bir çalışma ilişkisi kurmuş olduğunu tüm dünyaya göstermiş olmaktadır. Bu yönüyle kendi iktidarı açısından yolculuğuna ABD’nin desteğini kuvvetli bir şekilde yanına almış olarak devam edecektir. 

Bu durum, Beyaz Saray’dan yansıyan fotoğrafların yükleneceği mesajlarla birlikte kuşkusuz partisinin tabanındaki kendisine dönük güç algısını daha da pekiştirecektir. Benzer şekilde muhatap olduğu yabancı aktörler karşısında ABD Başkanı Trump ile ilişkisini rayına oturtmuş bir lider olarak çıkacaktır.

Ancak meselenin bu boyutunun çok kritik bir yönü de göz önünde bulundurulmalıdır. Beyaz Saray’la yakın bir bağın kurulması, ilişkilerin iyi gittiği görüntüsü, aynı zamanda buradan Wall Street’e, uluslararası finans çevrelerine de gidecek kuvvetli bir mesaj olacaktır; ABD’nin bu çevreler üzerindeki ağırlığı hesaba katıldığında... 

Bu durumun Türkiye ekonomisinin bugünkü mevcut kırılganlıklarının aşılması açısından ekonomi yönetimine hatırı sayılır bir destek sağlayacağı teslim edilmelidir.

6) Trump yeni Gazze planını Netanyahu'ya kabul ettirebilir mi?

Şimdi görüşmelerin  gündemindeki kritik başlıklara geçelim.

Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dış politikasında bu dönemdeki önceliği oluşturan Gazze’de yaşanan büyük insanlık felaketidir. Bu konunun Beyaz Saray’daki görüşmede geniş bir yer tuttuğu anlaşılıyor. Erdoğan’ın Trump’tan, Gazze’deki saldırganlığından vazgeçmesi için İsrail’i ikna etmesini talep ettiğini tahmin etmek güç değil. 

Trump’ın Erdoğan ile görüştüğü perşembe akşamı Beyaz Saray’dan ayrılırken gazetecilere “Gazze konusunda çözüme yaklaştık” dediğini ve ardından basında ABD yönetiminin Gazze için ateşkesi içeren kapsamlı bir plan hazırladığının yazıldığını hatırlayalım. Başkan Trump, bu planının en azından ana hatlarını aynı gün görüşme sırasında Erdoğan’la da paylaşmış olmalıdır.

Ancak bundan sonrası, Trump’ın söz konusu planı hayata geçirebilmek için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun üzerine ne kadar gidebileceği sorusuna bağlıdır. Planın başarı şansı büyük ölçüde Netanyahu’nun yarın (pazartesi) yapması beklenen Beyaz Saray ziyareti sırasında anlaşılacaktır. 

7) Trump Mazlum Abdi üzerinde ağırlık koyacak mı? 

Bunun gibi Türk-ABD ilişkilerinin bir diğer hassas başlığını, Suriye’nin geleceği ve PKK’nın bu ülkedeki uzantısı YPG/SDG meselesi oluşturuyor.

Burada Erdoğan’ın Suriye’nin siyasi birliğini sağlamak için YPG/SDG’nin başındaki Mazlum Abdi’ye baskı yapılarak kendisinin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile anlaşmaya ikna etmesini talep etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. 

Bilindiği gibi, YPG/SDG ile Şam’daki hükümet arasındaki görüşmeler bir süredir kesilmiş bulunuyor. Bunun nedeni, YPG/SDG’nin Suriye’de kurulacak yeni düzende özerklik konusunda ısrarlı davranarak, bazı yetkileri Şam’daki merkezi hükümet ile paylaşmaya yanaşmamasıdır. Trump’ın Mazlum Abdi üzerinde özerklik konusundaki ısrarından vazgeçirmek için ne ölçüde ağırlık koyacağı önümüzdeki günlerin önemli sorularından biridir.

Her halükarda ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde yıllardır süreklilik içinde yüksek bir basınç alanı yaratan YPG/SDG desteği meselesinin, 25 Eylül buluşmasından sonra aşılıp aşılamayacağını bekleyip görmek gerekiyor.      

8) Trump'ın F-35 konusunda Erdoğan'dan yapmasını istediği ne? S-400'ler mi?

Şimdi görüşmelerin bir başka kritik başlığına geçelim. Bu, Türkiye’nin ABD’den F-35 savaş uçakları alımı meselesidir. 

Trump, Beyaz Saray’da görüşmeden önceki açıklamasında çok açık ifadelerle Türkiye’nin F-35 programına dönmesine olumlu baktığını söylemiş, bir gazetecinin “Bu konudaki yaptırımları ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz?” sorusuna “Çok yakında olabilir. İyi bir görüşmemiz olursa hemen olabilir…” yanıtını vermiştir. 

Trump görüşmeden sonra  bu meselenin aşılıp aşılmadığı yolundaki bir soru karşısında da Erdoğan’ı kastederek, “Bakalım, bizim için bir şey yapması gerekiyor…”  diye konuşmuştur. 

Bu sözlerinden F-35 sorununun çözümü için Trump’ın Erdoğan’ın bir adım atmasını istediğini anlıyoruz.

Bu adım ne olabilir?

Meseleyi tam olarak okuyabilmek için, öncelikle gelinen noktada F-35 alımı, S-400 ve CAATSA yaptırımları konularının iç içe geçmiş bir kördüğüm olduğunu görmek gerekir.

Türkiye; Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini aldığı için 2019 yılında F-35 programından çıkartılmış, ardından Rusya’dan askeri gereç alan ülkelere yaptırım öngören CAATSA yasası çerçevesinde yine Başkan Trump tarafından yaptırıma alınmıştır. Trump, ilk başkanlık döneminin sonunda Beyaz Saray’dan ayrılmaya hazırlanırken 20 Aralık 2020 tarihinde Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını ilan etmiştir. 

Sonuçta F-35 krizine ve yaptırımlara S-400’ler yol açtığı için, Türkiye’nin F-35 alabilmesi ve yaptırımların kaldırılabilmesi, en başa dönülerek S-400 meselesine bir çözüm bulunabilmesine bağlıdır. 

Tam bu noktada Biden yönetiminin son döneminde  iki ülkenin dışişleri ve savunma bakanlıkları arasında bir dizi formül üzerinde çalışıldığı biliniyor.

Bu yaratıcı formül ne olabilir? 

Zaten kullanılmayan ve depoda duran S-400 sistemlerinin bu şekilde tutulmasının NATO içindeki bir mekanizma tarafından belli aralıklarla denetlenmesi, yasal engelin aşılabilmesi için dile getirilen formüllerden biridir. Bu sonbaharda ABD’nin 2026 mali yılına ilişkin Savunma Bakanlığı bütçe tasarısında değindiğimiz düzenlemeye atıf yapmak suretiyle, CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasının önünün açılabileceği belirtiliyor.

ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın bundan bir süre önce yaptığı, F-35 meselesine bu yıl sonuna kadar bir çözüm bulunabileceğine ilişkin iyimser açıklamasının gerisinde bu takvimin yattığı öne sürülebilir. 

Ancak bu formül bulunsa bile ABD Kongresi’ndeki Yahudi ve Rum lobileri engellerinin aşılması gerekecektir. İsrail’in Türkiye’yi artan ölçüde kendisine hasım görmeye başlamasıyla birlikte, Kongre’de F-35 satışını engellemek için Yahudi lobisi üzerinden bir engelleme yoluna kalkışması yabana atılmaması gereken bir ihtimaldir. Bu durumda, Başkan Trump’ın Türkiye’ye F-35 sevkiyatı yapabilmesi için Yahudi lobisi engelini nasıl aşabileceği sorusu karşımıza çıkıyor. Bu sorunun da kolay bir yanıtı yok. 

Ancak Suriye’de Ahmet Şara ile İsrail arasında bir güvenlik anlaşmasının yapılması ve Gazze konusunda belli bir anlaşmaya varılması Türkiye-İsrail ilişkisini kaplamış olan basıncı aşağı çekebilir. Bu yönde bir gelişme F-35 meselesinin önündeki pürüzlerin aşılmasını kolaylaştırabilir. Ancak görüleceği gibi, bu ihtimal de bir dizi zor varsayımın gerçekleşmesine bağlı.

9) Türkiye Rusya'dan petrol alımını durdurabilir mi?

Başkan Trump’ın Perşembe günü en önemli çıkışı, Erdoğan’dan Türkiye’nin Rusya’dan petrol ve doğal gaz alımını durdurmasını istemesiydi. Trump’ın bu talebini çok açık ifadelerle kayda geçirdi. Hedeflediği, bu şekilde Ukrayna’da sürmekte olan savaşta Rusya’ya baskı yaparak geri adım attırmaktır. 

İlginç olan husus, Trump’ın iki saati aşkın görüşmeden sonra Erdoğan’dan bu konuda olumlu bir yanıt aldığını ima eden sözleriydi. Trump, gazetecilere açıklamasında “İnanıyorum ki, Erdoğan Rusya’dan petrol almayı durduracak. Erdoğan doğru olanı yapacak” dedi.

Türkiye’nin petrol ve doğal gaz ithalatında Rusya’nın çok geniş bir yer tuttuğu bir gerçek. Rusya, her iki enerji kaynağında da Türkiye’nin bir numaralı tedarikçisi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) raporlarına göre, 2024 yılında Türkiye’nin toplam petrol ithalatı içinde Rusya’nın payı yüzde 66.07’ydi. Doğal gaz ithalatında ise bu oran yüzde 41.3 olmuştur geçen yıl.

Rusya’nın payının bu kadar yükselmesinde Irak’tan ithalatın ciddi bir şekilde düşmesi de rol oynamıştır. 

Gelgelelim, Türkiye’nin Rusya’dan petrol ve doğalgaz ithalatını tümüyle durdurması beklentisi gerçekçi görünmüyor. Buna karşılık, Irak’tan Türkiye'ye petrol sevkiyatının geride bırakmakta olduğumuz hafta yeniden başladığını dikkate aldığımızda, Irak’ın payının yeniden yükselmesi, Rusya’nın toplam petrol ithalatı içindeki oranının zaten aşağı inmesine yol açacaktır.

Türkiye’nin Rusya’ya iki boru hattıyla bağlı olduğu doğalgaz sevkiyatında durum farklı değildir. Ancak burada da LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) alımları üzerinden doğal gaz kaynaklarında çeşitlendirmeye gidilmesi yine muhtemel bir başka senaryodur. 

ABD ile özellikle uzun dönemli LNG anlaşması yapılması, nükleer enerji anlaşmasıyla birlikte önümüzdeki on yıllarda Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında ABD’yi önemli bir tedarikçi olarak gördüğü yolunda kuvvetli bir mesaj oluşturuyor.

ABD Başkanı’nın talebi karşısında Türkiye’nin göz önünde bulundurulması gereken bir nokta daha var. Trump’ın çok yakın zamana kadar Rusya lideri Vladimir Putin ile –Avrupalıları endişeye sevk edecek ölçülerde- iyi geçindiği de akıldan çıkartılmaması gereken bir durumdur. İkisi arasındaki ilişkilerinin yeniden ısınmayacağının bir garantisi var mıdır ki?  

10) Erdoğan'dan Heybeliada Ruhban Okulu'nda sürpriz jest

Beyaz Saray görüşmesinde birden gündemde beliren dikkat çekici bir konu da 1971 yılından beri kapalı olan İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması dosyasıdır.

Kanaatimizce, Erdoğan’ın görüşmenin hemen başında Türkiye’nin okulun açılması için adım atacağı yolundaki sözleri Oval Ofis ziyaretinin en önemli jestlerden biridir. 

Amerikan tarafının bu beklentiyi önceden hissettirmiş olması karşısında, Erdoğan “Heybeliada (ruhban) okuluyla ilgili üzerimize ne düşerse zaten yapmaya hazırız" diyerek, daha baştan görüşmenin havasını yumuşatmıştır

ABD yönetiminin 1971 yılında kapatılan ruhban okulunun açılması beklentisi, geçen yarım yüzyılı aşkın süre boyunca Türk-ABD ilişkilerinin değişmez bir gündem maddesiydi.  Bu adımın atılması, konuyu ısrarla işleyen ABD’deki Rum lobisinin dengelenmesi bakımından bir etki yaratabilir.

Ancak şu aşamada bilinmeyen, Erdoğan’ın bu adımı attığı takdirde konuyu karşılığında mütekabiliyet içinde Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığın dini haklarıyla ilgili bazı taleplerle ilişkilendirip ilişkilendirmeyeceğidir. 

Her halükarda, bu taahhüdün uygulamaya konması, önümüzdeki dönemde ABD ile devam edecek müzakere süreci içinde Türk tarafının elindeki kartlardan biri olacaktır. Bir başka deyişle Türk tarafı, müzakerelerin seyri içinde başka başlıklardaki hareketlenmeleri görmek için bu kartı bir süre elinde tutmak isteyebilir.      

Ancak Rum Patrikhanesi’nin 2026 sonbaharında, yani tam bir yıl sonra bu zamanlarda eğitime başlamak konusunda istekli olduğu biliniyor. Bu hedefin gerçekleşebilmesi için gerekli izinlerin önden çıkması  gerekecektir.

Son söz

Görüleceği gibi, sıraladığımız bütün bu başlıklar Türkiye ile ABD arasında önümüzdeki ayların gündeminin ana başlıklarını oluşturuyor. Bu arada, ABD’deki Halk Bankası davası dahil bazı hassas dosyalara değerlendirmede yer veremedik. 

Beyaz Saray’da 25 Eylül’de Trump ile Erdoğan arasında yapılan görüşmede bütün bu başlıklar üzerinde karşılıklı olarak bazı anlayışların şekillendiğini, bir takım beklentilerin ortaya konduğu anlaşılıyor. Bu anlayışların uygulamada nasıl hayata geçirileceğini, beklentilerin ne ölçüde karşılanacağını bu yol haritası üzerinden hep birlikte  izleyeceğiz.

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Sedat Ergin
Sedat Ergin