05 Aralık 2025, Cuma
19.09.2025 04:47

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışında demokrasi boyutunun içi boşalıyor

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Son yazımızda Avrupalı liderlerin Türkiye’de demokratik rejimi etkileyen olumsuz yönelişler karşısındaki sessizliğine odaklanmıştık. Kurumlar ölçeğinde bakınca da tablo farklı değil. Birliğin yürütme organı olan AB Komisyonu 19 Mart’tan sonra duyduğu rahatsızlığı iletse de Ankara’yla yürüttüğü siyasi diyaloglarla bu tavrını dengeledi. Avrupa Birliği’nin siyasi karar organı olarak işleyen AB Konseyi ise tartışmaya hiç girmedi bile…


Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamalarını düzenli bir şekilde izleyenler, en azından söylem düzeyinde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini kararlılıkla koruduğu şeklinde bir izlenim edineceklerdir. Nitekim kendisinin geçen hafta yaptığı Roma ziyareti de “AB’ye tam üyeliğin Türkiye için stratejik bir hedef olmayı sürdürdüğü” temasını bir kez daha vurgulamasına sahne oldu.

Bakan’ın Roma’daki açıklamasına göre, Ankara’nın AB’den beklentisi, “dar siyasi hesaplarla önyargılı bir tutum takınmaması” ve “Türkiye ile AB üyelik sürecini canlandıracak adımlar içeren bir vizyon geliştirmesidir”.

Nisanda Antalya Diplomasi Forumu’na katılmayan Marta Kos, 25 Temmuz’da İstanbul’da Hakan Fidan’la görüşerek bu tavrını dengeledi.

Dikkat çeken bir nokta, Fidan’ın Türkiye’nin AB hedefi üzerinde konuşurken her seferinde konuya “stratejik” nitelemesinin muhakkak vurgulandığı bir perspektiften yaklaşmasıdır. 

Bakan, Roma’da İtalya’nın prestijli düşünce kuruluşu “Uluslararası İlişkiler Enstitüsü”nde (IAI) yaptığı konuşmada AB ile ilişkilerin canlandırılması hedefini anlatırken, ilginç bir benzetmeye de başvurdu ve Avrupa kıtasının günümüzde karşı karşıya olduğu “jeopolitik fırtınalar”dan söz etti. 

Bakan’a göre, bu jeopolitik fırtınalar “Türkiye’nin AB masasında olması ile önlenebilir”.

Köprüden önceki son çıkış Türkiye'mi?

 Bu fırtına meselesine girince, birden kendimizi yeni dönemde Avrupa’nın güvenliği ve savunmasının nasıl bir şekil alacağı tartışmasının dalgalı sularında buluyoruz.  

Fidan bu tartışmayı hatırlatırken “Bütün mesele Avrupa’nın güvenlik mimarisinin esas olarak Amerikan kapasitesine ve Amerikan liderliğine dayanmasıdır” diye konuşuyor.

Ardından “Peki böyle bir şeyin yokluğunda ne olacaktır?” diye soruyor Dışişleri Bakanı, ABD’nin Donald Trump’la birlikte Avrupa’ya dönük taahhütlerinin zayıflamakta oluşunu kastederek. 

Ve sorusunu kendisi yanıtlıyor: 

“Bu şu an tartışılan bir konudur. İyi olan şey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye’nin bu tartışmalara çok yapıcı ve olası yollarla katılmaya hazır olmasıdır…” 

Yani Amerikan askeri kapasitesi ve liderliğinin Avrupa’dan çekilmesi durumunda ortaya çıkacak güvenlik boşluğunun doldurulmasına dönük arayışlarda, Türkiye’nin “yapıcı” bir tutum izleyeceğini belirtiyor. Türkiye’nin üstlenebileceği role dönük bazı “olası yollar”a atıf yapıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da benzer bir yaklaşımı tekrarlıyor her seferinde. Örneğin, geçen 20 Temmuz’da KKTC ziyaretinden dönerken yaptığı gibi, “Avrupa ve çevresinde yaşananların, Türkiye gibi dinamik ve çözüm odaklı bir ülkeye gereksinimini gösterdiğini” söyleyip “AB için köprüden önce son çıkış Türkiye’dir” diye konuşuyor. 

Bu açıklamalarda yeni döneme bakışta Türkiye cephesinden AB’ye karşı elindeki jeopolitik kartları ön plana çıkartan bir bakış görüyoruz.

Tam üyelik perspektifi açısından Türkiye'de yaşananlar 

İşte AB’ye bu mesajlar gönderilirken, AB’ye stratejik hedef olarak bakılan Türkiye’de, geçen hafta boyunca neredeyse bütün bir ülkenin nefesini tutup ana muhalefet partisinin seçilmiş liderinin koltuğunda oturup oturamayacağı, yerine bir kayyum atanıp atanmayacağı sorularının gerilimi ve belirsizliği yaşanmaktaydı.

Evet, geçen pazartesi günü Ankara’daki mahkemenin kararıyla son anda büyük bir krizin eşiğinden dönülmüş gibi görünmekle birlikte, açık duran bu konu bütün bir siyasi sistemin ve ciddi kırılganlıklara sahne olan Türk ekonomisinin üzerinde ‘Demokles’in Kılıcı’ olarak sallanmaya devam etmektedir. 

AB’ye stratejik tam üyelik hedefinden söz edilen ülkede, kamuoyu yoklamalarında bir sonraki seçimin muhtemel galibi görünen aday, ülkenin en büyük şehrinin seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, Silivri Cezaevi’nde demir parmaklıklar arkasında bulunmaktadır.

Her hafta sonu artık neredeyse rutin hale gelen uygulamalarla muhalefet cephesinden bir belediye başkanı yolsuzluk iddiaları ile gözaltına alınmakta, bazı belediye meclislerinde perde arkasında cereyan eden izaha muhtaç hareketlerin sonucunda seçilmiş belediye başkanlarının koltukları sandıkta kaybetmiş olan iktidar partisine geçmektedir.

Kabul edelim ki, aktardığımız bütün bu hadiseler iktidar tarafından AB’ye tam üyelik hedefi sıkça vurgulanan bir ülkenin yönelmesi gereken doğrultunun dışına çıkan gelişmelerdir.

Peki Türkiye ile arasındaki kurumsal ilişkinin en temel sütunlarından birinin demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerleri olduğunu söyleyen Avrupa Birliği bu hadiselere nasıl bir tepki veriyor?

Yanıt: Başlangıçtaki kısa süreli bir çıkış dışında pek bir tepki vermiyor… 

AB'nin kurumsal bakışı 

 Geçen haftaki yazımızda Avrupalı liderlerin Türkiye’de demokratik rejimi etkileyen olumsuz yönelişler karşısındaki tutumlarına odaklanmış ve daha çok bu gidişatı izlemekle yetindiklerini kayda geçirmiştik. 

Buna göre, Avrupa’da parlamentolarda, medyada, kamuoylarında Türkiye’deki gelişmelere gösterilen tepkiler liderlerin, hükümetlerin resmi tutumlarına tahvil olmamakta, jeopolitik hesaplar ve ekonomik çıkarlar demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki sorunların yol açtığı kaygıların üstüne çıkmaktadır.

Tablonun tümünü tamamlamak açısından, bugün de söz konusu yönelişler karşısında bu kez kurumsal düzeyde Avrupa Birliği’nin nasıl bir tutum aldığı sorusuna yakından bakabiliriz.

Özellikle AB’nin Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart tarihi ve sonrasındaki tutumunu büyüteç altına yatırmak, birliğin Türkiye’de demokrasi ve yargı bağımsızlığı alanındaki sorunlar karşısında kurumsal olarak hangi mülahazalarla hareket ettiğini göstermesi bakımından önem taşıyor.

Bu değerlendirmeyi AB’nin yürütme kanadını temsil eden Avrupa Komisyonu ve üye ülkelerin hükümetlerinin temsil edildiği, zirve toplantıları dahil muhtelif düzeylerde temel kararları alan AB Konseyi olmak üzere iki ayrı düzlemde yapmaya çalışalım.

Komisyon: 'Demokraside soru işaretleri var'

Önce Komisyon ile başlayalım. Komisyon ilk günden yaptığı açıklama ile İmamoğlu’nun gözaltına alınması kararına karşı oldukça eleştirel bir tavır göstermiştir. Komisyon’un Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi (Eski Estonya Başbakanı) Kaja Kallas ile Genişlemeden Sorumlu Üyesi (eski Slovenyalı siyasetçi-büyükelçi) Marta Kos’un yaptıkları ortak açıklamada Türk demokrasisin seyri açısından “soru işaretleri” belirtilmiştir.

Resmi pozisyonu yansıtması bakımından bu açıklamayı aynen aktaralım: 

“Bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve yıl başından bu yana seçilmiş yetkililer, siyasi aktivistler, sivil toplum ve iş dünyası temsilcileri, gazeteciler ve diğer kişilerin tutuklanması ve haklarında açılan davalar, Türkiye’nin köklü demokratik geleneğine bağlılığı konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.

AB, Türk makamlarını tam şeffaflık sağlamaya ve hukuki süreçlere uygun hareket etmeye çağırmaktadır. AB’ye aday bir ülke ve Avrupa Konseyi’nin uzun süredir üyesi olarak Türkiye’den en yüksek demokratik standartları ve uygulamaları hayata geçirmesi beklenmektedir. 

Temel haklara ve hukukun üstünlüğüne saygı, AB’ye katılım sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır ve AB - Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir unsuru olmaya devam edecektir.”

AB'nin siyasi kanadı konsey susmayı tercih etti

Burada dikkat çekmemiz gereken nokta, AB’nin yürütme kanadı bu çizgiyi alırken, doğrudan hükümetlerin temsil edildiği ve (sıkça zirveler üzerinden) AB’nin siyasi karar organı olarak işleyen “Konsey” kanadının bu tartışmaya girmemiş olmasıdır. Oysa İmamoğlu’nun 19 Mart’ta gözaltına alınmasından bir gün sonra 20 Mart’ta başlayan ve iki gün süren liderler düzeyinde bir AB zirvesi düzenlenmiştir Brüksel’de. Açıklanan kararlarda Türkiye’ye hiçbir atıf yapılmamıştır.

Aslına bakıldığında AB Konseyi’nde Türkiye ile ilgili en son karar 17 - 18 Nisan 2024 tarihli toplantıda alınmıştır. Sonrasında Türkiye hakkında herhangi bir karar çıkmamıştır. 

Brüksel’den yansıyan bilgiler, 20 - 21 Mart zirvesinde İmamoğlu’nun gözaltına alınması nedeniyle bir açıklama yapmak üzere bazı girişimlerin sergilendiği, ancak bu yöndeki niyetlerin özellikle Macaristan engeline takıldığı yönündedir. Konsey’de kararlar oybirliği ile alındığından, bir ülke tek başına bütün karar sürecini bloke edebilmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Macaristan Başbakanı Viktor Orban arasındaki yakınlığın burada önemli bir faktör olarak işlediğini söylemek mümkündür.

Komisyon'dan ikili tutum

Bu durum Komisyon’u Avrupa Parlamentosu hariç tutulursa, AB içinde Türkiye’de olumsuz yönelişler karşısında tepki gösteren tek organ durumunda bırakmıştır. AB Komisyonu, 19 Mart’ta yaptığı açıklamadan sonra duyduğu rahatsızlığı hissettirmek üzere bir adım daha atmıştır. 

Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Marta Kos, 11 - 13 Nisan tarihlerinde Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen geleneksel Antalya Diplomasi Forumu’na katılımını iptal etmiştir. Bu çerçevede Antalya’da Dışişleri Bakanı Fidan ile yapması beklenen görüşme de gündemden çıkmıştır.

Gelgelelim Komisyon, bu tavırlı adımını Ankara karşısında bir şekilde dengelemeyi de ihmal etmemiştir. Çünkü Marta Kos Antalya’ya gitmekten vazgeçerken, Komisyon 3 Nisan’da Brüksel’de toplanması kararlaştırılmış olan ve Türk heyetine Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in başkanlık edeceği Türkiye - AB Yüksek Düzeyli Ekonomi Diyaloğu toplantısını erteleme yoluna gitmemiştir. Böylelikle, siyasi diyaloğu etkileyen bir adım atıp bu tutumunu ekonomik işbirliği alanına yansıtmayacağını göstermiştir.

Tabii Kallas ile Kos’un 19 Mart açıklamasında “iş dünyasına açılan davalar” da eleştirilirken, bu mesele Brüksel’deki toplantıya da yansımıştır. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, yaptığı bir konuşma nedeniyle geçen şubat ayında gözaltına alınıp tahliye edilirken yurt dışına çıkış yasağı konduğu için, davetli olduğu halde Brüksel’deki toplantıya katılamamıştır.

Antalya'ya gitmedi ama İstanbul'a geldi 

 Aslında daha sonraki haftalara ve aylara baktığımızda, AB Komisyonu’nun başlangıçta siyasi diyaloğu sınırlama şeklindeki tutumun da süreklilik içinde uygulanmadığını ve bir süre sonra siyasi diyaloğun kaldığı yerden devam ettiğini görüyoruz. Zaten 19 Mart açıklamasının ardından Kallas ile Kos’tan Türkiye hakkında kamuoyuna dönük ikinci bir açıklama da gelmemiştir.

Örnek vermek gerekirse, tepki göstermek üzere nisan ayında Antalya Diplomasi Forumu’na katılmayan Komisyon üyesi Marta Kos, pekala geçen 25 Temmuz’da İstanbul’a gelerek Dışişleri Bakanı Fidan ile kapsamlı bir görüşme gerçekleştirmiştir.

 Yapılan ayrıntılı açıklama, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin bundan sonrasına dönük bir yol haritası oluşturuyor. Açıklamada, ikisinin de ‘Türkiye’nin AB adaylık statüsünün önemini’ ve ‘bölgesel istikrar ve refahın güçlendirilmesindeki yapıcı rolünü bir kez daha vurguladıkları’ anlatılıyor.

Ayrıca, Kos’un Fidan’a ‘hukukun üstünlüğü ve demokratik standartlara ilişkin diyaloğun, AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve Türkiye’nin aday ülke olarak bu ilkelere bağlılığını sürdürmesinin önem taşıdığını vurguladığı’ da belirtiliyor. Bu ifadeden İmamoğlu’nun durumunun da görüşmede gündeme geldiği tahmin edilebilir.

AB'nin Türkiye'ye ilgisinde Karadeniz ve Orta Asya'ya açılan koridorlar

Böyle olmakla birlikte, görüşme çok geniş bir gündeme yayılmıştır. Açıklamaya bakılırsa, taraflar ‘stratejik işbirliğine dayalı ortak bir vizyon’ çerçevesinde; “ticaret, enerji, ulaştırma, dijitalleşme başta olmak üzere bağlantısallığın temel alanlarında ortak bir gündem doğrultusunda hareket etmek konusunda mutabık kalmıştır.’

Açıklamada sıralanan geniş gündemde, vize serbestisi diyaloğunun önemi ve Gümrük Birliği modernizasyonu da sayılmıştır. “Özellikle AB’nin Karadeniz stratejisi ile Avrupa’yı Orta Asya’ya bağlayan projelere odaklanılması kararlaştırılmıştır” cümlesi de yeteri kadar fikir vericidir. 

Görüleceği gibi, AB Komisyonu Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki yönelişlerle ilgili kaygılar taşımakla birlikte, Fidan-Kos ortak açıklamasında sıralanan bütün alanlardaki geniş çıkarları çerçevesinde Türkiye ile yakın bir işbirliği yürütmekte herhangi bir sakınca görmemektedir. 

Bunun bir yöntemi de Komisyon üyeleri ile Türkiye’de bakan düzeyindeki muhatapları ile düzenlenen yüksek düzeyli diyalog toplantılarıdır.

Nitekim İmamoğlu’nun tutuklanması sonrasında Türkiye içte büyük tepkilere ve tartışmalara sahne olurken, AB ile bakan düzeyindeki toplantılar devam etmiştir. Türkiye’ye gelen ilgili Komisyon üyeleri ile 1 Temmuz’da Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın katılımı ile Ankara’da Yüksek Düzeyli Ticaret Diyaloğu, 2 Temmuz’da ise İstanbul’da İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın katılımı ile Göç ve Güvenlik Yüksek Düzeyli Diyalog Toplantıları gerçekleştirilmiştir. 

AB yeni güvenlik arayışlarına girerken Türkiye karşısında dikkatli 

Kuşkusuz, AB’nin Türkiye’ye bakışında Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmesiyle Avrupa’da ortaya çıkan yeni tehdit ortamının önemli bir faktör olduğu yadsınamaz. 

Benzer şekilde ABD’nin Avrupa’ya olan savunma garantilerinin tartışılmaya başlanması, AB’yi güvenliğini sağlama alanında yeni arayışlara itmektedir. Bu çerçevede AB kurumları da artan ölçüde güvenlik konularına yönelmektedir. Komisyon’un AB’nin dış ilişkileriyle ilgilenen birimlerinin hatırı sayılır bir bölümü artık savunma konularına odaklanmaya başlamıştır. Bu yönüyle AB Komisyonu kendi içinde güvenlik ağırlıklı bir dönüşümden geçmektedir.

Güvenlik kaygılarının ön plana çıkması, özellikle enerji güvenliği ve ticaret koridorları meseleleri ile birleştiğinde AB açısından Türkiye’yi karşısına almama düşüncesi baskın hale gelmektedir.

Tesadüfe bakın ki, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alındığı 19 Mart tarihi, Avrupa Komisyonu’nun AB’nin kendisini başkalarına ihtiyaç duymadan koruyabilmesi için savunma kapasitesini ivedilikle güçlendirmesi mesajını taşıyan “Avrupa Savunması Üzerine Beyaz Kitap”ın açıklandığı gündür. 

İşte bütün bu akış bizi yazımızın başlığındaki tespite getirmektedir. 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Sedat Ergin
Sedat Ergin