19 Mart’ta İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan süreçte yaşananlar, Avrupa’daki parlamentolarda, insan hakları kuruluşlarının raporlarında, Batı medyası ve kamuoylarında zaten var olan eleştirel havanın eşiğini daha da yükseltti. Ancak bu eleştirel hava Avrupa’daki hükümetlere ve AB ile Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı gibi kurumsal yapılara aynı derecede yansımadı. Bu çerçevede İspanya Başbakanı’nın İstanbul ziyaretini örnek bir vaka olarak değerlendirebiliriz
İspanya’nın sosyalist başbakanı Pedro Sanchez’in geçen mayıs ayında yaptığı İstanbul ziyareti, yakın bir ilişki içinde olduğu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasına kamuoyuna da yansıdığı üzere, kısa süreliğine bir ‘kara kedi’nin girmesine yol açmıştı.
Bunun nedeni, Sanchez’in 24 Mayıs tarihinde İstanbul’da örgütün “Başkanı” sıfatıyla hazır bulunduğu Sosyalist Enternasyonal toplantısında, bütün katılımcılarla birlikte, üstelik CHP lideri Özgür Özel’in yanında “Free İmamoğlu” (İmamoğlu’na Özgürlük) yazılı bir pankart tutarak kameralara poz vermesiydi.
Yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına itirazı vardı 53 yaşındaki solcu İspanyol liderin.
Oysa aynı Sanchez, bir gün önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İstanbul’da Dolmabahçe’deki ofisinde ziyaret ederek, girişteki karşılamada gazetecilerin önünde kendisiyle kucaklaşmış ve olumlu geçtiği açıklanan bir görüşme yapmıştı.
Erdoğan'dan Sanchez'e: ‘Dost bildiklerim…’
Erdoğan, Sanchez’in kendisini ziyaretinin ertesi günü Özgür Özel’in yanında gerçekleştirdiği bu protesto hareketine içerlediğini gizleme gereğini duymadı.
Cumhurbaşkanı, 27 Mayıs günü partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısına hitap ederken, şu sözleriyle ismini geçirmeden Sanchez’i hedef aldı:
“O dost bildiklerimiz, ‘Nedir bu işin aslı?’ diye şahsıma soruyor. Ben de kendilerine anlatıyorum. O da şoke oluyor. Fakat daha sonra toplantıda bakıyorum ki, o da önüne bir ufak tablo koymuş. Onunla birilerine cevap veriyor…”
Burada dikkat çekici olan, bu ifadenin İmamoğlu’nun durumunun, ikisi arasında Dolmabahçe ofisinde yapılan görüşmede gündeme geldiğini göstermesidir. Erdoğan’ın aktarımına göre, görüşmede “bu işin aslı” ile ilgili anlattıkları karşısında muhatabı “şoke” olmuştur.
Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerinden, kendisini ziyaretinin ertesi günü “İmamoğlu’na Özgürlük” mesajı veren Sanchez’in İstanbul’da iktidar ve muhalefet karşısında ‘ikili’ bir tutum izlediği gibi bir anlam çıkıyor.
Terazinin kefeleri jeopolitik ve çıkarlar mı, demokrasi ve adalet mi?
Cumhurbaşkanı’nın Sanchez’e tepki göstermesinin gerisinde Türkiye’deki demokrasi, insan hakları gibi başlıklarda Batı dünyasının liderlerinden eleştiri almaya alışık olmaması, özellikle eleştiri açıktan yapıldığında sıkça hemen sert bir şekilde karşılık vermesi de yatıyor.
Türkiye’de, geçen 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan, ağırlıklı olarak yargı üzerinden yürüyerek CHP’yi hedef alan içteki sertleşme dalgasının, Avrupa cephesine bir dizi yansıması olmuştur.
Bu yöneliş, Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü alanlarındaki problemli uygulamalar hakkında Avrupa’daki parlamentolarda, muhtelif insan hakları kuruluşlarının raporlarında, Batı medyasında ve bütün bunların toplamı olarak kamuoylarında zaten var olan eleştirel havanın eşiğinin daha da yükselmesine yol açmıştır.
Buna karşılık, bu eleştirel havanın Avrupa’daki hükümetlere ve aynı zamanda Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı gibi kurumsal yapılara aynı derecede yansıdığı söylenemez.
Yine de yargı üzerinden birbiri ardına gelen hamlelerle ana muhalefet partisi CHP’nin hareket alanının çevrelenmesi, Avrupa’daki hükümetleri Türkiye karşısında demokrasi ilkeleri açısından ciddi bir sınama ile karşı karşıya bırakmıştır.
Türkiye’nin Batı dünyası ile kurumsal düzeydeki ilişkilerinde demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerler her şeye rağmen önemli bir ortak payda olduğuna göre, bu alanlarda tepki yaratan uygulamalar karşısında Avrupa hükümetleri nasıl bir tutum alacaktır? Trump yönetiminin işbaşı yapmasından sonra ABD’yi bu soruya ilişkin denklemin dışında tutmanın doğru olacağını düşünüyoruz.
İşte bu sınamada, Avrupa’nın resmi bakışında A) Terazinin bir kefesinde reel politiğin gerekleri, jeopolitik anlamda Türkiye’nin taşıdığı önemin yükselmesi ve ticari çıkarlar, buna karşılık B) Diğer kefesinde ise demokrasi, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü gibi alanlarda en azından kağıt üstündeki ortak değerler yer alıyor.
Hükümetler kanadına baktığımızda, terazinin ‘jeopolitik hesaplar ve ekonomik çıkarlar’ kefesinin kuvvetli bir şekilde ağır bastığı gözleniyor.
‘Türkiye firmalarımız için kritik önemde’
Aslında İspanya Başbakanı Sanchez’in İstanbul ziyaretine örnek bir vaka olarak odaklanarak, Avrupalıların Türkiye’deki yönelişler karşısındaki durumu gösterebilmek mümkündür.
Bunun için önce İspanya Başbakanlığı’nın resmi web sayfasından Sanchez’in geçen mayıs ayındaki İstanbul ziyaretinin veriliş şekline bakalım.
Siteye bu konuda konan haberde, Sanchez’in 23 Mayıs’ta “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek üzere İstanbul’u ziyaret ettiği” belirtiliyor.
Haberde, “İki liderin ikili ticari ilişkileri ele aldıkları, bu alanda kaydedilen gelişmeyi, enerji, altyapı ve teknoloji alanlarındaki genişleme potansiyelini vurguladıkları” ifade ediliyor.
Devamında “Başbakan, Türkiye’nin birçok İspanyol firması için stratejik önemini vurgulamıştır” deniliyor. Aynı zamanda iki liderin “güvenlik ve savunma işbirliğini ve Türkiye-AB ilişkilerini de görüştükleri” de kaydediliyor.
İspanyol tarafının bir başka vurgusu, Türkiye’nin Ortadoğu ve Ukrayna’da “barış için kilit önemde bir arabulucu olduğunun” belirtilmesidir.
Tabii açık bir atıf olmamakla birlikte, savunma işbirliği dendiğinde “TCG Anadolu” çok maksatlı amfibi hücum gemisi yapımında İspanya ile gerçekleştirilen yakın işbirliğini ve benzer ikinci projeye İspanyolların duyduğu ilgiyi kayda geçirebiliriz. Keza, Türkiye’nin satın almayı tasarladığı Eurofighter savaş uçakları projesinde yapımcı Avrupa konsorsiyumun ortaklarından birinin yine İspanya olduğunu hatırlatabiliriz.
Partinin sitesinde Sanchez'in 'küresel sosyalist liderliği'
Şimdi Sanchez’in lideri olduğu PSOE, yani İspanya Sosyalist İşçi Partisi’nin “El Socialista” adlı web sitesine bakalım. Partinin web sitesi ise Sanchez’in İstanbul ziyaretini “Başkanı” olduğu Sosyalist Enternasyonel örgütünün her yıl iki kez yapılan konsey toplantısına katılımı üzerinden takdim ediyor ve “Pedro Sanchez küresel sosyalist liderliği İstanbul’dan ileri taşıyor” başlığıyla veriyor.
Haberde, Sanchez’in bu toplantıdaki açış konuşmasında ana temalar olarak “aşırı sağın yükselişiyle mücadele gereği, demokrasinin savunulması ve katılımcılık” gibi temaları vurguladığı, aynı zamanda Ukrayna ve Gazze için barış ve diplomasi çağrısında bulunduğu belirtiliyor.
Buna göre sosyalist lider, konuşmasında spesifik olarak İmamoğlu’nun adını geçirmemiş, ancak “Belarus, Nijer, Venezuela ve Türkiye’deki tutuklu sosyalistlerle dayanışma gösterdiklerini” söylemiştir.
Özetle, Sanchez’in İstanbul’a yaptığı ziyaretin İspanya kamuoyuna yansıtılmasında hükümet başkanı kimliği ile parti başkanı kimliği ve bu kimlikler üzerinden vurgulanan temalar birbirinden farklı tutulmuştur.
Bu spesifik örnek bir hayli fikir vericidir. Sanchez, İstanbul’da Sosyalist Enternasyonel toplantısında “küresel sosyalist liderlik” söylemiyle kürsüye çıkmakta, “İmamoğlu’na Özgürlük” pankartını tutmakta, diğer yandan da Erdoğan ile görüşmesinde tam bir pragmatizmle İspanyol firmaların Türkiye pazarındaki ticari çıkarlarını genişletmeye, yeni projeler almaya çalışmaktadır. Bunu yaparken, basına İmamoğlu ile ilgili açık bir beyanda bulunmaktan uzak durması da not edilmelidir.
Özetle Sanchez, bu alanları birbirinden bağımsız kompartımanlar olarak yürütmektedir.
Londra cephesinde Starmer'ın sessizliği
İmamoğlu’nun tutuklanması sonrasında Avrupa’da destek bekledikleri bazı liderlerin bu beklentiler karşısında mesafeli duruşu, CHP çevrelerinde belirgin bir hayal kırıklığına yol açmıştır. Özellikle Birleşik Krallık’ta başbakan koltuğunda oturan İşçi Partisi lideri Keir Starmer’ın sessizliği, CHP lideri Özgür Özel’in kuvvetli bir eleştirisine de neden olmuştur.
Özel, İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra BBC’ye verdiği bir demeçte “Starmer’ın bu konuda, herhangi bir şey söylememesini gerçekten anlayamıyoruz. Terk edilmişlik hissediyoruz. İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı’nı alıp hapse koyuyorlar ve İngiltere buna ses çıkarmıyor. O zaman bu nasıl dostluk, bu nasıl kardeş parti? Bu nasıl demokrasiyi birlikte savunmak? Demokrasinin beşiği İngiltere ve bizim kardeş partimiz İşçi Partisi buna nasıl sessiz kalabiliyor? Gerçekten çok kırgınız” diye konuşmuştu.
Buna karşılık, Britanya’da Avrupa’dan sorumlu Devlet Bakanı Stephen Doughty’nin Avam Kamarası’nda bir soru önergesine verdiği yazılı yanıttan, önceki Dışişleri Bakanı David Lammy’nin İmamoğlu’nun tutuklanması konusunu bir görüşmelerinde Türk mevkidaşı Hakan Fidan’a açmış olduğunu öğreniyoruz. Buna göre Lammy, Fidan’a “Türkiye’nin uluslararası taahhütlerini ve hukukun üstünlüğünü gözetmesini beklediklerini” iletmiştir.
Bu ifadelerden, söz konusu mesajın aktarımının ilişkilerde sarsıntı yaratmayacak diplomatik ölçüler içinde yapıldığı anlaşılıyor. Dışişleri, diplomatik kanallardan dikkatli bir üslupla görüşünü iletmiş, ancak bunu kamuoyu karşısında seslendirmekten kaçınmıştır.
Özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında Avrupa’nın güvenliği alanında Türkiye’nin katkısını kritik gören Başbakan Starmer’ın, Ankara’yı herhangi bir şekilde rahatsız edebilecek bir tutuma yönelmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.
İstisnalar yok mu?
Bazı istisnalar olmamış değildir. Örneğin İmamoğlu tutuklandığında, o sırada Almanya Başbakanı olan sosyal demokrat Olaf Scholz, bu konuda Avrupa’daki en sert çıkışlardan birini yapmıştır. Scholz gözaltı kararı üzerine “Türk demokrasisi ile Avrupa-Türkiye ilişkileri için çok, çok kötü bir işaret” demiş, ortaya çıkan durumu “Türkiye’nin demokratik doğrultusu ve AB ile Türkiye arasındaki bağlar açısından iç karartıcı (depressing)” olarak nitelendirmiştir.
Ancak Scholz bu açıklamayı yaptığı sırada bir ay kadar önce 23 Şubat’taki genel seçimden mağlup çıkmıştı ve koltuğunu Hristiyan Demokrat lider Friedrich Merz’e devretmeye hazırlanıyordu.
Yeni şansölye Merz ise 6 Mayıs’ta görevi devraldıktan sonra yaptığı açıklamalarda sıkça Türkiye’nin NATO çerçevesindeki rolünü ön plana çıkartmıştır. Göçmenler meselesi ve Rusya tehdidinin Merz’in Türkiye’ye bakışında temel öncelikler olacağı anlaşılıyor.
Bu dökümde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da kuvvetli bir çıkış yaptığı belirtilmelidir. Macron, “Türkiye’nin Avrupa’ya, Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacı var. Ancak Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu Türkiye, Avrupa’nın güvenliği konusundaki sorumluluklarını yerine getiren ve üstlendiği yükümlülüklere saygı göstererek demokratik bir yolda ilerlemeye devam eden bir Türkiye’dir” diye konuşmuştur.
Gelgelelim Macron’un bu çıkışının Avrupa’daki diğer liderler açısından bir emsal oluşturduğu söylenemez. Asıl çarpıcı olan, genellikle insan hakları, demokrasi gibi başlıklarda geçmişte eleştirel duruş sergilemeleriyle tanınan İskandinav ülkelerinin bu kez genellikle suskun kalmalarıdır. Örneğin, yakın zamanda NATO’ya girebilmek amacıyla Türkiye’nin vetosunu kaldırmasını sağlamak için yoğun çaba sarf eden İsveç ve Finlandiya sessiz kalmıştır.
İşler her zamanki gibi yürümüyor
Hepsini yan yana getirdiğimizde, Avrupa’da kamuoyları düzeyindeki tepkilerin hükümetler kanadına herhangi bir şekilde tahvil olduğunu söyleyebilmek zordur. Bu cephede sınırlı istisnalar dışında bir kez daha işler “her zamanki olağan haliyle yürümektedir.”
Bu yönüyle bakıldığında CHP’ye karşı yargı üzerinden yürütülen kuşatma stratejisi her seferinde yeni dalgalarla genişlerken, Ankara’daki karar vericilerin dış dünyadaki konjonktürün buna uygun olduğu hesabı üzerinden hareket ettiklerini söyleyebiliriz.
Örneğin, geçen hafta İstanbul’da bir asliye ceza mahkemesinin CHP İstanbul il yönetimini görevden alıp yerine geçici bir yönetim atama kararına Avrupa Parlamentosu içinde yükselen bazı eleştiriler haricinde Avrupa cephesinde kuvvetli bir itiraz yükselmemiştir.
Tabii 15 Eylül’de bu kez Ankara’daki asliye ceza mahkemesinin 2023 yılında Özgür Özel’in genel başkan seçildiği CHP kurultayı ile ilgili davada vereceği kararın da bugünkü parti yönetiminin aleyhine çıkması, kuşkusuz yeni ve ciddi bir durum yaratacaktır. Bu takdirde Avrupa’da hükümetler kanadının tutumunda bir değişiklik olup olmayacağını sorusu belirebilir. Ancak Avrupa’daki liderlerin yerleşmiş tutumlarına bakıldığında, CHP yönetiminin bu konuda büyük beklentilere girmemesi isabetli olur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yolculuğuna demokrasi ve hukukun üstünlüğü yörüngesinde devam etmesini arzulayan ve bunun için demokratik zeminlerde mücadele etme kararlılığında olanlar, önümüzdeki dönemde büyük ölçüde kendi çabalarına güvenmek durumundadırlar.
NOT: Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi gibi kurumların tutumlarını ayrıca değerlendireceğim.