05 Aralık 2025, Cuma
01.08.2025 04:46

Büyükelçi Barrack Türk kamuoyu karşısında tartışmalı sularda yol alıyor

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack, yoğun mesaisine rağmen basına da sıkça demeç veriyor. Girdiği tartışmalı mevzuları dikkate alınca, açıklamalarının bir kısmının rahatsızlık yaratması kaçınılmaz görünüyor. Peki Barrack ‘Osmanlı’daki millet sistemini överken’, ‘İsrail açısından güçlü ulus devletlerin tehdit olduğunu’ söylerken aslında ne anlatmaya çalışıyor, kendi açıklamaları üzerinden analiz edelim...


Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) web sayfasında en tepede yer verdiği mesajlardan biri doğrudan ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi Tom Barrack’ı hedef alıyor.

“YANKEE GO HOME!” diyor üst başlığı bu mesajın. Başlığın altında “ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack SINIR DIŞI EDİLMELİDİR!” talebi yer alıyor.

Bu mesaja tıkladığınızda karşınıza çıkan kısa metinde talebin gerekçesi yer alıyor. Barrack’ın “Türkiye Cumhuriyeti’ne millet ve devlet sistemi önerme hadsizliğinde bulunduğu” yazıyor bu bölümde.
Hemen altında “#ATATÜRKTEBİRLEŞMEZAMANI” hashtag’i açılmış.

Fotoğraf: Getty Images

Yine ana sayfada bu mesajın yanındaki bir diğer duyuru “Lozan’ı tartışmak emperyalizme hizmet etmektir” başlığını taşıyor.

Duyurunun içeriği de Büyükelçi Barrack’a yöneltilen eleştirilerle doğrudan ilişkili. Çünkü son dönemdeki Lozan tartışmaları önemli ölçüde yine kendisinin bir açıklamasından kaynaklanmış bulunuyor.

Özgür Özel: “Ağızdan çıkanı kulağın duymadığı açıklamalar”

Atatürkçü Düşünce Derneği, son zamanlarda Büyükelçi Barrack’ı hedef alan çevrelerden yalnızca biri.
Barrack’ın “ulus devlet” konusunda sarf ettiği bazı sözler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “Millet Sistemi”ni övmesi, ayrıca Lozan ve Sevr antlaşmalarını birlikte değerlendiren beyanının yarattığı tepkiler hepsi birleşerek, kendisine dönük kuvvetli bir eleştiri rüzgarına dönüşmüş bulunuyor.

Ve bu tepkisel hava dalga dalga yayılıyor. Son olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel de katıldı bu eleştirilere. Geçen hafta 24 Temmuz tarihinde Lozan Antlaşması’nın 102’nci yıldönümü dolayısıyla yaptığı bir konuşmada Tom Barrack’a, ismini geçirmeden ama kendisini tarif ederek ağır sözlerle yüklendi CHP lideri.

“Son günlerde Türkiye siyasetinde hem de bilhassa yabancı ülkelerin Türkiye’deki büyükelçisinin ağzından dahi olur olmaz, ileri geri, ağızdan çıkanı kulağın duymadığı ve duyanları, her birimizi fevkalade rahatsız eden açıklamalar duyuyoruz” diye söze girdi Özgür Özel. Ardından devam etti:

“Doğrusunu eğrisini bilmeden, o sistemi de doğru analiz etmeyen, efendim ‘Türkiye’nin Osmanlı’nın millet sistemiyle yöneltilmesinin uygun olacağı’ gibi ifadeleri ya da İsrail’e ‘ulus devletlerin tehdit olduğu’ gibi ipe sapa gelmez değerlendirmeleri duyuyoruz...”

CHP lideri, bu sözlerinin hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “11 kez Türk, Kürt, Arap dediğini” anlatıp, iktidara müzahir kalemlerin, konuşmacıların Türkiye ve bölgenin gerçekliğiyle, üniter yapıyla bağdaşmayacak bazı hayaller, tahayyüller” ifade ettiklerini söyledi.
Sonuçta, Erdoğan’ın açılım sürecinde telaffuz ettiği “Türkler, Kürtler ve Arapların kucaklaşması” söylemi de Barrack’a yöneltilen eleştirilerin yarattığı ortama eklemlenmiş oldu.

İki buçuk ayda beliren eleştirel tablo

Tepkilerin de ADD’den milliyetçi, Avrasyacı çevrelere, solun muhtelif kesimlerine ve ana muhalefet partisi CHP’ye kadar çok geniş bir alana yayıldığını söylemek mümkün. AKP’ye mesafeli duran muhafazakar kesimlerde Barrack’ın beyanlarıyla ne yapmak istediği konusunda soru işaretlerinin dile getirildiğini de bu tabloya eklemeliyiz.

Barrack’ın Türkiye’ye 5 Mayıs tarihinde ayak bastıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu 14 Mayıs tarihinde sunduğunu hesaba kattığımızda resmi görev süresinde iki buçuk ay içinde bu ölçüde olumsuz bir atmosferin belirmesi her bakımdan dikkat çekicidir.
Daha şimdiden gelmiş geçmiş en tartışmalı ABD sefirlerinden biri haline gelmiştir Tom Barrack.

 Aynı zamanda Suriye’nin Özel Temsilcisi de olan Barrack, 29 Mayıs’ta ABD’nin Şam Büyükelçiliği’nin rezidansında düzenlenen bayrak seremonisine katılmıştı. (Fotoğraf: Getty Images)

 

Klasik diplomasi ekolünden değil

Peki bu nasıl oldu?

Öncelikle belirtelim ki, bu sorunun yanıtının bir boyutu Barrack’ın kimliğinden bağımsız. Türkiye’de ABD aleyhtarlığının çok yüksek düzeylerde seyrettiğini hatırladığımızda, Barrack da bundan payını fazlasıyla alıyor.

Ama yanıtın önemli bir parçası doğrudan Barrack’ın açıklamalarından, yaptığı çıkışlardan, attığı bazı adımlardan ve bunların bir kısmının algılanma ve yorumlanma şeklinden kaynaklanıyor.
Tabii, kendisinin klasik diplomat tanımına uymaması da meselenin bir başka yönü. Barrack kariyer diplomat değil. Milyarder bir iş insanı. Siyasi atama yoluyla Türkiye’ye geldi. Başkan Donald Trump’ın tam güvenine sahip olan çok yakın bir dostu. Beyaz Saray’a istediği zaman girip çıkabilecek yakınlığa sahip. Bu çerçevede diplomasinin ihtiyatı elden bırakmayan, her sözü ölçen, biçen, tartan klasik pratiklerinden azade bir büyükelçi.

Bu arada, kendisi de Arap kökenli bir Amerikalı olarak uzun yıllar yaşadığı Arap dünyasını çok iyi tanımakla birlikte, Türkiye’yi ve kamuoyu hassasiyetlerini ne kadar derinlemesine bildiği biraz tartışmaya açık bir soru. Ayrıca, Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a odaklı bir AKP anlatısı üzerinden okuduğunu tahmin etmek zor değil.

Ve gerçekten de tam bir güç ekseni üzerinde oturuyor Barrack. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasındaki diyalogda ikisi arasında köprü konumunda.
Türkiye’nin ana muhalefet lideri Özgür Özel’den henüz bir randevu talebinde de bulunmuş değil yeni ABD Büyükelçisi.

Birçok meselede kriz çözücüsü olarak devrede

Meseleyi daha da karmaşık hale getiren bir detay daha var. Barrack, Başkan Trump’ın “Suriye Özel Temsilcisi”. Aynı zamanda resmen böyle bir pozisyona atanmasa da, sıkça Beyrut’a giderek –fiilen- Trump’ın “Lübnan Özel Temsilciliği” görevini de yürütüyor.

Suriye ve Lübnan’la bu kadar yoğun bir şekilde meşgul olması kaçınılmaz olarak Barrack’ı bütün Ortadoğu denkleminin içine çekiyor. Kısa zaman önce Suriye’nin güneydeki Süveyda vilayetinde Bedevilerle Dürziler arasında çıkan bölgesel iç savaşa İsrail de Dürzilerin yanında müdahil olunca, çatışmaların durdurulması için devreye giren en önemli aktörlerden biri Barrack oldu.

Suriye dosyasına el atınca, Suriye lideri Ahmed Şara ile İsrail arasında bir anlaşma sağlanması için arka kapı diplomasisini yürüten de Barrack’tan başkası değil. Bir yandan da Şara ile PKK uzantısı Suriye Demokratik Güçleri arasında da bir uzlaşı sağlanması için mekik diplomasisi yürütüyor.

Dedeleri 20’nci yüzyılın hemen başında Osmanlı İmparatorluğu zamanında Lübnan’dan ABD’ye göç etmiş bir ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olarak, Lübnan’a ilişkin yoğun mesaisinin de Barrack için ayrı bir anlam taşıdığı söylenebilir.

'Vakit bulunca' Türkiye'ye geliyor

Zaten kendisinin “X” hesabına kısaca göz atmak bile baş döndürücü trafiğini görmek açısından yeterli. Geçen haftadan geriye doğru gittiğimizde, 25 Temmuz’da Paris’te Fransa ve Suriye dışişleri bakanları Jean-Noel Barrot ve Esad Hasan Şeybani ile üçlü bir formatta yan yana görüyoruz kendisini.
Bundan bir gün öncesinde ise yine Paris’te Suriye ve İsrail arasında görüşmeler yürüttüğünü öğreniyoruz. Büyükelçi, yine X’te 24 Temmuz tarihli fotoğrafsız paylaşımına “Bu akşam Paris’te Suriyeliler ve İsraillilerle görüştüm” notunu düşmüş.

Bu arada haber ajanslarında 21 Temmuz günü Barrack’ın Beyrut’ta Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Joseph Aodun ile görüştüğünü okuyoruz.
Yine kendi “X” hesabında 19 Temmuz paylaşımında Amman’da Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi ile birlikte kameralara poz veriyor.

ABD’nin Suriye Büyükelçiliği’nin “X” hesabında Barrack’ın aynı gün, yani 19 Temmuz’da SDG Komutanı Mazlum Abdi ile de görüştüğü ortaya çıkıyor. Temasın yeri konusunda açıklık yok.
Suriye Haber Ajansı’nın 9 Temmuz bülteninde ise Şam’daki Başkanlık Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Şara ile birlikte görülüyor. Videosu izlendiğinde, Barrack Şara’nın elini sıktıktan sonra sıcak bir şekilde sarılıp kendisini öpmeyi de ihmal etmiyor.

Liste uzatılabilir... İşte bütün bu işlerden fırsat bulduğu kalan zamanı da Türkiye’de geçiriyor Barrack. Türkiye’ye geldiğinde İstanbul’da zaman geçirmeyi de sevdiği anlaşılıyor.

Sıkça basına konuşuyor

İşte bütün bu yoğun trafiği içinde sıkça yabancı haber ajanslarına, gazetelere, TV kanallarına da demeçler veriyor, mesajlarını özellikle Ortadoğu’da mümkün olduğu kadar geniş bir kesime ulaştırmayı hedefliyor Barrack.

Son dönemdeki açıklamaları ağırlıklı olarak Suriye, SDG, Lübnan ve İsrail’i konu aldı. Bu açıklamaların bir kısmı, örneğin Suriye-SDG gelişmeleri doğrudan Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Bu arada, geçen haziran ayında NTV ve AA’ya olmak üzere Türkiye’de verdiği iki ayrıntılı mülakat özellikle önem taşıyor.
Bütün bu açıklamalarının büyük bir bölümünü birlikte değerlendirdiğimizde, Barrack’ın Türkiye’de tartışma yaratan sözleriyle ilgili şu gözlemleri öne sürebiliriz:

'Millet Sistemi' ve Lozan/Sevr açıklamaları

Barrack’ın Türk kamuoyunda en çok tartışılan sözlerinden biri, Osmanlı İmparatorluğu’nda farklı dini grupların kendilerine belli alanlarda tanınan hareket serbestisi içinde yaşayabilmelerini mümkün kılan “Millet Sistemi”ni konu alıyor.

ABD Büyükelçisi, Türkiye’ye geldikten sonra bu konudaki ilk açıklamasını NTV diplomasi muhabiri Deniz Kilislioğlu’na yaptı. 2 Haziran tarihinde yayımlanan mülakatın bu bölümünde, “Millet Sistemi”ne, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarını parçalamayı amaçlayan 1916 tarihli Sykes- Picot Anlaşması’nı eleştirirken değiniyor Barrack.

Açıklamasında, ‘Millet Sistemi’nin Osmanlı İmparatorluğu, aşiretler ve dinler için pekala işlediğini, sonuç getirdiğini” başarı vurgusuyla belirttikten sonra “Onların çevresine yapay sınırlar çizmemeniz gerekir. Sykes-Picot tam da bunu yaptı” diye konuşuyor.

Mülakatın kritik kısmı bundan sonraki şu sözlerinde geliyor:

“Bu da başka bir dizi soruna (mishap/talihsizlik) yol açtı; bunlara Sevr Antlaşması ve Kürtleri ilgilendirecek şekilde Lozan Antlaşması’yla yaşanan sorunlar da dahil... Batı, aynı toprakları üç farklı tarafa vaat etti.”

Millet sistemi ve Ortadoğu'ya örnek olması gereken İzmir sistemi

“Millet sistemi” başlığında, Barrack’ın İzmir’de Anadolu Ajansı’ndan Sümeyye Dilara Dinçer’e verdiği mülakatı da değerlendirmeye katmamız gerekiyor. AA’nın 29 Haziran tarihli haberindeki video kaydında, Büyükelçi şöyle konuşuyor:

“Benim için İzmir, Yahudilerin, Müslümanların, Hristiyanların yan yana yaşadıkları, bütün bu toplulukların harmanlandığı bir örnek. Bunu aç gözlülük ve düşmanlık olmadan, kültürlerin, düşüncelerin, bakış açılarının harmanlanmasının Ortadoğu’da ve dünyada olması gereken bir örneği olarak görüyorum. Bence bunun merkezi Türkiye olabilir. Son zamanlarda Suriye’de yaşananların büyük bir kısmı Türkiye ve liderliği sayesinde oluyor.”
Barrack, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ‘millet sistemi’nin yüzyıllarca farklı grupların merkezi sistemde varlıklarını sürdürmelerine imkan verdiğini” anımsatarak, “yeni nesil için yeni bir diyaloğa ihtiyaç olduğunu, bu diyalogun savaş olmadığını” vurguluyor.

Ne demek istiyor?

NTV ve AA metinleri birlikte değerlendirildiğinde, Barrack’ın açık bir şekilde bugün Türkiye için yeniden millet sistemine dönülmesini önerdiği çıkarımında bulunmak isabetli görünmüyor.

Daha çok, geçmişte Osmanlı’da farklı dini, etnik gruplar arasında korunan barış ve huzur ortamının bir benzerinin tüm dünya ve Ortadoğu için emsal olmasını bir temenni olarak ifade ettiğini söylemek mümkün.

Ancak bugünün bölgede sürekli kanlı çatışmalara sahne açan, çözümsüzlüğünü koruyan zorlu sorunlarından söz ederken sıkça Osmanlı’nın “Millet Sistemi”ne atıf yapması, bu sözlerinin ister istemez başka yerlere çekilebilmesine de kapıyı aralıyor.

Lozan sözleri sıkıntılı

Barrack’ın açıklamalarının asıl sıkıntılı olan kısmı, kanaatimizce daha çok Lozan ve Sevr antlaşmaları ile ilgili sözlerinde yatıyor. Temel sorun, biri geçerliliği olmayan, diğeri yürürlükte olan bu iki antlaşmayı büyükelçinin birlikte ele almış olmasıdır.

Türkiye topraklarını parçalamayı hedefleyen ve Atatürk’ün önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ortadan kaldırılan bir antlaşma (Sevr) ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu uluslararası alanda hukuk zemininde tescil eden bir diğer antlaşmayı (Lozan) eşit düzlemde konumlandırmıştır.
Ayrıca, Lozan Antlaşması’nın Kürtlerle ilgili sorunlar yarattığını belirtmesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan bu antlaşmayı problemli gördüğünün açık bir ifadesidir.

Bu sözlerine bakıldığına, Barrack’ın Lozan’ın Türk toplumu açısından taşıdığı yüksek değerin tam olarak ayırdında olduğunu söyleyebilmek güçtür.

Ulus devlet konusunda gerçekte ne dedi?

Şimdi üzerinde durulması gereken bir başka başlığa geçelim: “Ulus Devlet” konusu... Barrack’a en çok eleştiri yöneltilen sözlerinden biri bu başlıkta karşımıza çıkıyor.

Barrack, bu kavramı Suriye’ye bulunacak anayasal çözümün çerçevesi konusunda telaffuz ediyor. Geçen haziran ayından bu yana yaptığı birçok açıklamada “Tek devlet, tek ordu” vurguları öne çıkıyordu.
Burada altı çizilmesi gereken husus, aldığı bu pozisyonun Türkiye’nin Suriye’de görmek istediği yeni devlet yapısına ilişkin beklentileriyle ilkesel zeminde birebir uyumlu olduğudur. Barrack, federalizmin Irak’ta çözüm getirmediğini de söylemiştir.

Barrack’ın bu tutumunu kayda geçirdiği yakın zamandan bir açıklaması 21 Temmuz’da Associated Press Ajansı’na (AP) verdiği mülakat aracılığıyla olmuştur. Bu mülakatta, İsrail’in Suriye’ye dönük hava saldırılarından eleştirel bir şekilde söz ediyor ve bu ülkenin Suriye’de güçlü bir ulus devlet görmek istemediğini söylüyor büyükelçi.

AP’nin haberinin ilgili bölümü şöyle:

“Barrack, İsrail’in, Suriye’de güçlü bir merkezi devletin kontrolü yerine parçalanmış ve bölünmüş bir yapı görmeyi tercih edeceğini öne sürdü.

Barrack, “Güçlü ulus-devletler bir tehdittir - özellikle Arap devletleri İsrail tarafından tehdit olarak görülür” dedi. Ancak Suriye için, “Bence azınlık topluluklarının hepsi, ‘Biz birleşik ve merkezi bir yapı altında daha iyi durumdayız’ diyecek kadar akıllı” ifadelerini kullandı.”

Bu sözleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde, büyükelçi kendisi ulus devletleri tehdit olarak görmüyor; İsrail’in bu devletleri tehdit olarak gördüğünü ifade ediyor. Çünkü Barrack, mülakatta Şam’da güçlü bir merkezi otoriteyi savunuyor, bu çerçevede ABD yönetiminin Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’ya desteğini kuvvetli bir şekilde ifade ediyor.

Çok tartışılan AA mülakatında da zaten benzer bir çizgi alarak, “Suriye’de muhatap alacağımız tek bir ulus devlet olacaktır. O da Suriye hükümetidir” diye konuşmuştu.
Bu noktada İsrail ile ilgili yaptığı eleştirel çıkışlarının ABD’deki Musevi lobisinde rahatsızlık yaratması şaşırtıcı olmamalıdır.

Hassasiyetleri önceden ölçebilmesi gerekir

Bütün bu örnekleri verdikten sonra şu sonuca varmak mümkündür. Tom Barrack’ın üzerinde kopan büyük tartışmanın gerisine baktığımızda, açıklamalarının bir kısmının rahatsızlık yaratması gerçekten de kaçınılmaz görünüyor; Lozan Antlaşması’yla ilgili sözlerinde olduğu gibi...
İkinci bir kategoride “Millet Sistemi”nde olduğu gibi, tarihi referanslarla konuşma merakının kendisinin başına iş açan sözleri var. Osmanlı’daki bu sistemi bugün için somut bir model olarak önermese de, yine de her seferinde geçmişteki başarılı bir model kimliğiyle övgüyle hatırlatması, sözlerinin başka yerlere çekilebilmesine, sert bir şekilde yorumlanabilmesine kapı açıyor.

Bu gibi tarihi konulardan konuşurken, sarf ettiği sözlerin bugüne dönük bir açıyla yorumlanabileceğini hesaplayamıyor ABD Büyükelçisi.

Ve tabii üçüncü bir kategoride “ulus devlet” gibi aslında içeriği itibarıyla sorunlu görünmeyen ama siyasi çevrelerde başka bir anlam yüklenip farklı yorumlanan sözleri yer alıyor.

Habertürk'te gizli gündem sorusu

Önceki akşam Habertürk’ten Sena Alkan’a Suriye ve Türk-ABD ilişkileri başlıklarında kapsamlı bir mülakat veren Büyükelçi Barrack, bu yazımızda değindiğimiz tartışmalarla ilgili bir soruyla da karşılaştı.
Sena Alkan, Barrack’a “Millet Sistemi” ve “Ulus devletler İsrail için tehdit görülüyor” şeklindeki sözlerini hatırlattı ve “İnsanlar şüpheci bakıyor: ABD Büyükelçisi’nin bunları şimdi söylemesinin bir gizli gündemi var mı diye... Var mı böyle bir şey?” diye sordu.

“Bu konular çok sık yanlış anlaşılıyor. Bu arada sizin atıfta bulunduğunuz ifadeleri ben tam olarak o şekilde hiç söylemedim” diye yanıtladı Barrack ve ekledi:

“Osmanlı İmparatorluğu’ndan söz ettiğimde, dünyanın dört bir yanında 550 yıllık bir hakimiyetten bahsediyoruz. Şimdi Türkiye, ne istediğine ve nasıl hissettiğine göre bir cumhuriyet olarak yeniden şekillendi. Osmanlı’nın geri kalan coğrafyası ise hâlâ bu değişimin etkilerinden çıkmaya çalışıyor.”

Devamında yine tarihi konulara girdi Büyükelçi. “Millet sistemi” dendiğinde daha çok mezhepsel bir düzenden söz edildiğini anlattı ve şöyle konuştu:

“Köyler, dinler, mezhepler, tarikatlar, kabileler, fraksiyonlar, tüm bunlar merkezi bir sistemde, cumhuriyet ya da demokrasi dediğimiz yapıda yan yana yaşayabilir mi? Amerika’da bunun mümkün olduğu kanıtlandı. Peki bu nasıl gerçekleşti? Çok uzun süren bir devrimci savaşla…”
Ardından George Washington’ın başkan olmasının tam 12 yıl sürdüğünü anlatarak, “Yani bu tür dönüşümler adım adım gerçekleşir…” diye ekledi.

Kamuoyuna açıklık getirme ihtiyacı

Yine de Barrack’ın Habertürk’teki bu açıklamalarının ve ABD’nin ilk başkanı George Washington’dan verdiği örneğin değindiğimiz eleştirel ortamı dağıtması kolay görünmüyor.

Her halükarda ABD’nin yeni büyükelçisinin başta Lozan kaynaklı olmak üzere kendisiyle ilgili Türk kamuoyunda ortaya çıkan tartışmalı konulara daha kuvvetli bir şekilde açıklık getirmesi gerekiyor.
Aksi takdirde, Tom Barrack, en azından Türk kamuoyunun geniş bir kesimi karşısında daha da sert dalgaların üzerinde yol almak zorunda kalacaktır. 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Sedat Ergin
Sedat Ergin