05 Aralık 2025, Cuma
17.10.2025 04:42

Kıbrıs sorununda hassas bir dönemece giriliyor

KKTC halkı bu pazar sadece yeni cumhurbaşkanı için oy kullanmayacak, ülkenin geleceğine dair de bir karar verecek. İki devletli çözüm talep eden Ersin Tatar ile federasyon formülüne kapıyı açık bırakan Tufan Erhürman arasındaki yarıştan çıkacak sonuç, KKTC’nin kaderini doğrudan etkileyecek
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Ersin Tatar cephesi

Mitinglerindeki ana tema ‘varsa yoksa iki devletli çözüm’

Burası, Girne’de sokak arasındaki bir apartmanın ikinci katında bulunan ‘Türk Ocağı Limasol’ futbol takımının lokali.

‘Türk Ocağı’ aslında bugün güneyde Rum kesiminde kalan Limasol çıkışlı bir takım. Üstelik 1950’li yıllarda Rumlara karşı Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) örgütlenirken, Limasol’da teşkilatın öncü kuvvetlerinden biri olmuş bir takım. TMT o yıllarda mensuplarının kimliklerini gizlemek üzere özellikle futbol takımları üzerinden örgütlenme yoluna gitmiş.

Lokalde sohbet ettiğimiz yaşlı müdavimlerin çoğu, ağız birliği etmişçesine “TMT ruhu”ndan söz ediyorlar, “Rumlara en çok şehit vermiş olan takım biziz” diye konuşuyorlar.

Bu konuşmalardan da anlaşılacağı gibi, milliyetçi damarın oldukça kuvvetli olduğu bir ortam hâkim Türk Ocağı lokalinde.

Takımın eski lakabı “Maunacılar”… Bu, eskiden Kıbrıs’ta sırtladıkları yükleri açıkta demirleyen şileplere kayıklarla taşıyan hamallara verilen ad. Bu takımı onlar kurmuş 1951 yılında. Kulüp 1974’ten sonra kuzeye, Girne’ye geçmiş ama adını korumuş.

Kulübün kimliğinde bu iki tarihi anlatı hakim. Ama bir de yakın tarihten gelen üçüncü bir faktör var. Bunu duvarda çerçevelenmiş imzalı büyük ebatlardaki bir Ekrem İmamoğlu fotoğrafında görüyoruz.

Türk Ocağı, İmamoğlu’nun 1980’li yılların sonunda KKTC’de öğrenci iken kaleci olarak oynadığı takımın ta kendisi.

İmamoğlu imzaladığı fotoğrafa “Girne’ye, 1988-90 yıllarında futbol oynadığım Türk Ocağı Limasol’a, Maunacılara selam olsun” diye yazmış.

Erdoğan’ın BM’de yaptığı konuşmayı hatırlatıyor

Lokaldeki sohbetler sürerken, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, seçim kampanyası yürütmek üzere yanında KKTC Başbakanı Ünal Üstel ve Maliye Bakanı Dr. Özdemir Berova ile birlikte içeri adım atıyor. Heyet içerideki vatandaşlarla birlikte uzun bir masanın etrafına yerleşiyor.

Sohbet sırasında tabii önce futbol sahası ve tesisler başta olmak üzere kulübün ihtiyaçları masaya yatırılıyor. Hükümet kanadı, taleplerin karşılanacağı konusunda taahhütlerde bulunuyor.

Ardından söz sırası, önümüzdeki pazar günü seçimde Cumhuriyetçi Türk Partili aday Tufan Erhürman’a karşı yarışmakta olan geçen beş yılın Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a geçiyor.

Tatar “Türkiye ile yan yana, omuz omuza yürüyoruz” diyerek söze giriyor, ardından kulübün Türk Mukavemet Teşkilatı’na uzanan geçmişini de hatırlatarak “Türk Ocağı elbette devletin egemenliğine sahip çıkacaktır” diye konuşuyor.

Ve konu Tatar’ın bu seçim kampanyasındaki ana teması olan federasyon meselesine, daha doğrusu federasyon tezinin artık tükendiği ve tek geçerli yolun “iki devletli çözüm” olduğu konusuna geliyor.

Tatar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da BM Genel Kurulu’nda bu tezi güçlü bir şekilde savunduğunu, KKTC’nin tanınması çağrısında bulunduğunu hatırlatıyor. Keza, TBMM’nin de 18 Temmuz 2024’te iki devletli çözüm bildirisini kabul ettiğini söylüyor.

‘AB bu işe maydanoz oldu’

Ve ardından muhalefete, federasyonu savundukları gerekçesiyle yükleniyor, gelinen noktayı doğrudan bölge jeopolitiğindeki gelişmelerle izah ediyor:

“(Muhalefet) Hâlâ federasyonu konuşuyorlar. Federasyon geçmişte kalmıştır. Çünkü dünya değişti. AB, işin içine maydanoz oldu. Gazze’de, Suriye’de yaşananlar, Ukrayna’ya kadar bölgenin jeopolitiğini değiştirdi. Amerika, Fransa, İngiltere, İsrail güneydeki limanları kullanıyor, hava sahasını kullanıyor. Hal böyleyken KKTC’nin bölgedeki önemi daha da artmıştır. Altmış kilometre uzaklıkta Türkiye Cumhuriyeti de bu bölgede var olmak durumundadır.”

Federasyonu “zorlama bir evlilik” olarak nitelendiriyor ve AB mekanizmaları içinde Kıbrıs Türkü’nün azınlığa dönüştürüleceğini, Türk askerinin adadan çıkartılacağını anlatıyor.

Bu noktada masada AB’nin “iki yüzlülüğü” konusunda kulüp lokalinin müdavimlerinden bir hayli sert beyanlar yükseliyor. “İki yüzlü” suçlamaları üzerine Tatar’ın yanında bastonuyla oturan bir ihtiyar, eli daha da yükseltiyor:

“Ne iki yüzlüsü, on iki yüzlü…”

Profesyonel sahne organizasyonu

Şimdi kulüpten çıkıp Girne Limanı’na geçelim.

Kulübün lokalinde öğleden sonra bu konuşmaların geçtiği 13 Ekim Pazartesi gününün akşamında, Girne şehrinin Liman Meydanı’nda, Ersin Tatar’ın mitingi öncesinde sahnede Kıbrıslı Türk pop şarkıcısı Ertan Derya’nın orkestrası var.

KKTC’de mitingler her iki tarafta da konser destekli yapılıyor. Tatar’ın mitinginde sahne düzeninin son derece profesyonel bir şekilde tasarlandığı hemen göze çarpıyor. Sahnenin hazırlanışından ışıklandırmaya, ses düzeninden ortalığı kaplayan süslemelere kadar birinci sınıf profesyonel bir organizasyon söz konusu. Tabii Türk ve KKTC bayrakları ile Ersin Tatar’ın siyasi mesajlarını taşıyan “ATAK Zamanı”, “ATAK Diplomasi” yazılı posterler ortalığı kaplıyor.

Ertan Derya şarkıların arasında yaptığı kısa konuşmalarda günün önem ve anlamına dair ince siyasi mesajları serpiştirmeyi ihmal etmiyor. Birazdan sahneye gelecek olan Ersin Tatar için atmosferi hazırlıyor. Hava iyice karardığında Liman Meydanı’nda büyük bir kalabalık toplanmış bulunuyor. Her kesimden insan var; gençler, küçük çocuklarıyla gelmiş aileler…

Derken eşi Sibel Tatar ile birlikte Ersin Tatar, Başbakan Ünal Üstel, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Ziya Öztürkler ve UBP ağırlıklı koalisyon kabinesinin üyeleri hep birlikte tempolu müziğin eşliğinde kuvvetli bir heyet olarak toplu giriş yapıyorlar meydana. Bu sırada platformda kıvılcım püskürten sahne meşaleleri devreye giriyor. Ortalık sallanıyor…

Bütün sahne efektlerinin kullanıldığı bu iddialı girişten sonra konuşmacı, “İki Devletli Çözümün Yılmaz Savunucusu Ersin Tatar” anonsuyla takdim ediliyor meydanı dolduran kalabalığa.

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar

 

En sevdiği temalar

Ersin Tatar’ın hamaset boyutu oldukça kuvvetli konuşmasını izlediğimde şöyle bir akış karşıma çıkıyor:
Cumhurbaşkanı Tatar, konuşmasının girişini Girne’den kuzeye dönük kuvvetli bir mesajla açıyor:

“Sabahları Girne’de evimde kalktığımda, önce uzakta Toroslar’ı görürüm; Anadolu’yu, Türkiye’yi görürüm…”

Bu mesajın ardından ikinci sırada 1974 Barış Harekâtı yer alıyor. Daha sonra Osmanlı’nın adayı fethi ve “ecdadın vasiyetinden” söz ediyor. Bir sonraki aşamada Kıbrıs Türkü’nün “Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olduğunu” anlatıyor.

Bunu Mustafa Kemal Atatürk vurgusu izliyor:

“Kıbrıs Türkü her zaman Mustafa Kemal’in yolunda gitmiştir. Bizler Atatürk’ün evlatlarıyız. Bizler mücadeleyi verirken hep kuzeye, büyük önder Atatürk’ün mücadelesine baktık…”

‘Anavatan ile güven önemli’

Bu söylemin ardından konu, kendisinin seçim kampanyasının ana teması olan federasyona karşı ‘iki devletli çözüm’ tezine geliyor. Burada kuvvetli bir şekilde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geride bıraktığımız yıllarda BM Genel Kurulu’nda tam dört ayrı kez iki devletli çözümden söz ettiğini hatırlatıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı dalga boyunda, dayanışma içinde olduğunu hissettiren vurguları, Ersin Tatar’ın bütün konuşmalarında en kuvvetli kozlarından biri olarak beliriyor. Sıkça “Anavatan ile güven ilişkisi”nin önemine dikkat çekiyor.

Tabii bu güven meselesinin tam tersini muhalefete atfetmiş oluyor. Bu noktada muhalefetin federasyon savunucusu olduğunu anlatarak, muhalefetin kazanmasının “Kıbrıs Türkü’nün geleceğini tehlikeye, maceraya atacağını, bir takım istenmedik olaylara sürükleyebileceğini” dile getiriyor.

Sonuçta, bu pazar günü yapılacak olan seçimi iki devletli çözüm ile federasyon arasında geçecek bir ‘referandum’ olarak takdim ediyor:

“Bir tarafta milli siyaset, bir tarafta da macera ve tehlike… Halk bunun kararını verecek” diyor.

CTP’li rakibi, hukuk doçenti Tufan Erhürman’a da “Sen kimin cumhurbaşkanı adayısın?” diye yükleniyor.

Tabii, Ersin Tatar’ın özellikle Ankara’nın desteğini de aldığını kayda geçirerek, yeni yol, altyapı, hastaneler, okullar gibi somut projelere ilişkin vaatlerde bulunması kampanyasının bir başka sacayağını oluşturuyor.
Hayata geçirileceği vaat edilen iddialı projelere ilişkin hazırlanan bir film, mitingin sonuna doğru meydanı dolduran coşkulu topluluğa gösteriliyor. Organizasyon bu noktadan itibaren cumhurbaşkanlığı seçimi mitinginden, hükümetin program vaadi mitingine dönüşüyor.

Mitingin sonunda başbakan başta olmak üzere bakanlar da sahneye çıkıyorlar, böylelikle cumhurbaşkanı–hükümet uyumu mesajı veriliyor, fonda havai fişek gösterisi ve sahneden yükselen müzik eşliğinde.

Ve Demet Akalın: “Yerinde dur /o seni bulur”

Tatar’ın konuşmasının bitmesiyle çok az insan meydandan ayrılıyor. Çünkü birazdan Demet Akalın sahne alacak. Bu sırada sahne kararıyor ve birden yüksek tempolu bir müzikle birlikte iki genç dansçı çiftin hareketli şovu başlıyor. Biraz sonra Demet Akalın sahnede beliriyor. Son derece kıvrak ritimli bir şarkı söylüyor. “Bir o yana, bir bu yana, çalkala, çalkala…” nakaratını not alabiliyorum.

Demet Akalın, özellikle rap tarzındaki “Yerinde Dur, O Seni Bulur” şarkısıyla yine topluluğa muazzam bir tempo yayıyor sahneden.

Ortalık bir hayli ısındıktan sonra Demet Akalın topluluğa sesleniyor: “Kudurmaya hazır mıyız?”
Ben otelime doğru hareket ediyorum.

Sahneye Türk ve KKTC bayraklarıyla çıkan Akalın meydanı hareketlendirdi.

 

Not: Yazımı çarşamba akşam saatlerinde teslim ettim. Ersin Tatar’ın çarşamba akşamı düzenleyeceği Mağusa mitinginin sonunda Işın Karaca’nın sahne alacağı açıklanmıştı.

Cambridge, Asil Nadir ve SHOW TV’den siyasete uzanan çizgi: Ersin Tatar kimdir?

KKTC’de “iki devletli çözüm” çizgisinin en sıkı savunucularından biri olan Ersin Tatar, daha çocukluğunda siyasetin içine gözünü açmış olan bir isim. Babası Rüstem Tatar, 1960 yılında adadaki Türk ve Rum cemaatlerinin ortaklığı üzerinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1964 yılında dağılmasına kadar geçen dönemde Sayıştay Başkanlığı görevinde bulunmuştu. Baba Tatar, 1974 Barış Harekatı sonrasındaki Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) döneminde KKTC’nin ilan edildiği 1983 yılına kadar Maliye Bakanlığı koltuğunda oturmuştu.

Ersin Tatar lise ve yüksek öğrenimini İngiltere’de tamamladı, prestijli Cambridge Üniversitesi’nde ekonomi okudu. 1982 yılındaki mezuniyetinin ardından dünyanın önde gelen mali denetim firmalarından Price Waterhouse’a giren Tatar, 1980’li yılların ikinci yarısında da Kıbrıslı Türk işadamı Asil Nadir’in Londra merkezli Polly Peck firmasında çalıştı. 1990 yılında Türkiye’ye dönüşü sonrasında 1992-2001 yılları arasında İstanbul’da SHOW TV kanalının mali işler koordinatörü olarak görev aldı. 1996 yılında KKTC’deki ilk özel televizyon kanalı olan ‘Kanal T’yi kurdu.

Tatar 2009 yılında aktif siyasete atılarak Ulusal Birlik Partisi’nden (UBP) milletvekili seçildi, aynı yıl kurulan Derviş Eroğlu hükümetinde daha önce babasının yıllarca üstlendiği Maliye Bakanlığı’na geldi, dört yıl süreyle bu görevi yürüttü. 2018 yılında UBP Genel Başkanlığı’na seçilen Tatar, 2019 yılındaki seçimlerden sonra başbakan oldu. Bu görevi, kendisine 2020 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde adaylığın önünü açtı. İlk turu 11 Ekim 2020, ikinci turu ise bir hafta sonra 18 Ekim tarihlerinde yapılan seçimi önceki başkan Mustafa Akıncı’ya karşı kazanarak, KKTC’nin ‘5. Cumhurbaşkanı’ oldu.

 

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın ‘Türk Ocağı Limasol’ lokalinde yaptığı sohbet toplantısında hazır bulunduk…


Tufan Erhürman cephesi

“İstedikleri kadar uğraşsınlar, Türkiye ile kavga etmem”

Ersin Tatar’ın miting organizasyonları ne kadar gösterişli ve iddialı ise rakibi Doç. Dr. Tufan Erhürman’ın mitingleri bunun tam tersi, bir o kadar gösterişsiz ve mütevazı.

Tatar’ın mitinglerindeki profesyonel organizasyon dokunuşunu, sol çizgideki Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin liderinin gösterilerinde görmek mümkün değil. Onun mitingleri çok daha sade toplantılar şeklinde geçiyor.
Bu arada, Tatar’ın mitinglerinde sahne alan orkestralar daha çok Türk pop tarzına yönelirken, Erhürman’ın mitinglerinde önden sahneye çıkan topluluklar genellikle sol seçmen tabanının ruhuna, duygu iklimine uygun bir repertuvar izliyor. Tabii böyle olunca, Zülfü Livaneli’nin “Yiğidim Aslanım” şarkısı da yerini alıyor…

Bunun gibi, geçen pazartesi akşamı Girne’de Tatar’ın konuşmasını tamamlamasından sonra yine bir Türk pop şarkıcısı (Demet Akalın) sahneye çıktı. Buna karşılık, geçen salı akşamı Mağusa mitinginde Erhürman konuşmasını bitirdiğinde, orkestra II. Dünya Savaşı yıllarında İtalya’da faşizme karşı savaşan direnişçilerin söylediği “Çav Bella” (Bella Ciao) parçasını seslendirmeye başladı.

İki tarafın müzikleri, atmosferleri çok farklı.

Bu arada, kendisinin mutedil bir kişiliğe sahip olduğu yönündeki yaygın kanaate karşılık, Erhürman kürsüye çıkıp mikrofonu eline aldığında bir hatip olarak oldukça kuvvetli bir belagate sahip olduğunu hemen gösteriyor.

Kendisi, hitabetteki rahatlığını hocalığın sağladığı bir avantaj olarak görüyor.

“Türkiyeliler-Kıbrıslılar diye bölme taktikleri….’

Erhürman’ın gerek 12 Ekim Pazar İskele, gerek 14 Ekim Mağusa mitinglerini izledikten sonra, kürsüden verdiği mesajlar ve işlediği temalar konusunda şu gözlemler yapılabilir:

CTP lideri, konuşmalarında doğrudan Ersin Tatar’ın liderlik ve yönetim tarzını hedef alıyor. Ana söylem olarak, beş yıl boyunca Tatar’ın müzakere masasına oturmadığını, kendi görev alanı içinde hiçbir iş yapılmadığını; bunun sonucu olarak çözüm bekleyen birçok konuya da el atılmadığını, çözümsüz bırakıldığını öne sürüyor.

İkinci nokta olarak, her seferinde “Türkiye kökenliler ve Kıbrıs kökenliler” şeklinde bir bölme taktiğinin seferber edilmek istendiğini ileri sürüyor ve “Onlar bölmeye çalışacak, biz aksine birleştirmeye çalışacağız. Onlar parçalamaya çalışacak, biz inadına bütünleştireceğiz ve hep beraber yürüyeceğiz” diyor.

Israrla altını çizdiği bir başka nokta, hiçbir şekilde Türkiye ile kavga etmeyeceği mesajı. Türkiye ile kavga etmesine dönük hesaplar yapıldığını anlatan Erhürman, şöyle diyor:

“İkinci numara bu. 55 yaşındayım, 7 yaşında bu işleri kavramaya başladım. 48 yıldır bu filmi gördüğümüzü bilirim. Öküz yüreği kadar yürek ettim. Ne sabrımı sınayabilirler ne de kararlılığımı. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, beni Türkiye ile asla kavgaya sokamazlar.”

Tatar’a yüklendiği bir başka konu da “ciddiyet” başlığı. “Cumhurbaşkanlığı makamına artık laubalilik değil, ciddiyet geliyor” şeklinde konuşuyor.

“Ciddiyet” zaten Erhürman’ın billboard’larda asılı posterlerinde eşitlik, özgürlük ve saygınlık ile birlikte vurgulanan dört ana mesajdan biri.

Miting meydanlarında federasyondan söz etmiyor

Şimdi Erhürman’ın seçim mitinglerinde dikkat çeken çok temel bir noktaya gelelim.

Tatar ısrarla federasyon karşıtı bir çizgiyi vurgulayıp iki devletli çözüm modelini ön plana çıkartırken, Erhürman en azından mitinglerinde bu konuya pek girmiyor. Hatta “federasyon” sözcüğünü telaffuz bile etmiyor. En azından izlediğim iki mitinginde durum böyleydi.

Neden?

Dün sabah partisinin genel merkezinde yaptığımız sohbette kendisine bu konuyu sordum. Oldukça uzun bir yanıt verdi.

Önce “Kelimeler üzerinde çok fazla dans edilmeye çalışılıyor” diye söze girip şöyle devam etti:

“Benim gözümde hukukçu olarak önemli olan, kelimelerden ziyade, kelimelerin altını nasıl doldurduğunuz, yani ne talep ettiğinizdir… Ben bunu medyaya anlatıyorum ama miting meydanları böyle teknik ayrıntılara girilecek mekânlar değil.”

Ardından şöyle devam etti:

“Bu ülkede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var. Eğer sözünü ettiğimiz iki devletlilik ise o zaten fiilen var olan bir şey ve KKTC yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla var. Biliyorsunuz, devlet olmanın koşullarından biri değildir tanınma. Dolayısıyla tüm unsurlarıyla, ülkesiyle, toprağıyla ve halkıyla bir devlet var burada. Ve KKTC, Türkiye Cumhuriyeti tarafından da tanınıyor.

Devlet sahibi olmak eksikliğim değil. Eksiğim nedir diye bakıyorum Kıbrıs Türk halkı olarak. Eksiğim şu: Biz bu adanın iki eşit kurucu ortağından biriyiz; bu bizim hukuki statümüz. Ancak ben adanın iki eşit kurucu ortağından biri olmama rağmen, uluslararası ilişkiler alanında yaşamsal önemde olan altı konuda tamamen dışlanmış durumdayım.”

Erhürman’la partisinin genel merkezinde konuştuk.

 

Hidrokarbon dahil altı alanda Rumlarla yetki paylaşımı gerekiyor

Peki bu altı başlık hangileri? Şöyle yanıtladı:

“Birincisi güvenlik; adanın tamamındaki güvenlik. İkincisi enerji konusu. Üçüncüsü hidrokarbon konusu ki biliyorsunuz, güneyden çıktı hidrokarbon. Dördüncüsü, bugün çok önemli bir konu: Deniz yetki alanları meselesi. Beşincisi ticaret yolları. Biliyorsunuz ki, Çin’le Amerika Birleşik Devletleri arasında bir çatışma var ve IMEC denilen proje Hindistan üzerinden geliyor. Şu anki planlara göre Güney Kıbrıs’tan, Baf’tan geçiyor. Bir de vatandaşlık konusu var. Ama benim gözümdeki vatandaşlık tartışması Rum kimliği ya da Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği falan değil, Avrupa Birliği vatandaşlığı meselesidir…

Bu altı konu şu anda bizim Kıbrıs Türk halkı olarak dışlandığımız, görmezden gelindiğimiz, irademizin alınmadığı konular. Bütün sorun da burada düğümleniyor zaten. Yani ister iki devlet deyin, ister federasyon deyin, ister başka bir isim… Bir hukukçu olarak beni açıkçası isimler çok ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren içerik. Ben diyorum ki bu altı konuda, bu ülkenin statüsü gereği, Kıbrıs Türk halkının iradesi olmaksızın karar alınamaz.”

Ben bu altı alanı muhakkak surette ortak yetki alanları olarak tanımlıyorum. Ortak yetki alanları olduğuna göre, bu alanlarda bulacağımız formül var. Birlikte karar vermemiz lazım Kıbrıs Rumlarıyla. Yani hidrokarbonda ben ne kadar hak sahibiysem, elbette Kıbrıs Rumları da o kadar hak sahibi. Dolayısıyla ben diyorum ki siyasi eşitlik temelinde birlikte karar vermemiz ve getirisi varsa o getiriyi de eşit şekilde paylaşmamız lazım.”

Peki, ortak kullanılan yetki alanları dışındaki alanlar ne olacak? Bu soruya yanıtı da şöyle:

“Adı önemli değil, Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Devleti iki eşit devlet olacaklar. Ve bunlar, bu altı yetki dışında geriye kalan tüm devlet yetkilerini egemence, her biri kendi egemen bölgelerinde kullanacaklar. Benim anlattığım model bundan ibaret. Ve ortak yetki alanları devam ettiği için de Türkiye’nin garantörlüğü de aynen devam ediyor.”

‘Federasyon modellerinin sui generis (Nevi şahsına münhasır) olanı’

Bu modelin adına gelince de şöyle diyor Erhürman:

“Ben bir gün kitap yazacak olsam bir akademisyen olarak, bunun adını federasyon modellerinin ‘sui generis’ olanı (nevi şahsına münhasır, kendine özgü) derdim…”

Bu noktada Erhürman’ın ısrarla altını çizdiği bir soru var. İki devletli çözüm denirken, bunun altının nasıl doldurulacağı sorusu:

“Bütün soru şurada: Altı yetki alanı var ya, buradaki iradenizden vazgeçiyor musunuz, geçmiyor musunuz? Bütün soru budur. Başka soru yoktur. Kıbrıs’ın geleceği ve gelecekteki refahından alacağınız payla ilgili hayati derecede bir sorudur bu.”

Tatar’ın mitinglerinin aksine, Erhürman cephesindeki mitingler gösterişsiz ve mütevazı.

 

Ankara ile çalışma ilişkisinde sorun olmaz

Peki, kendisi cumhurbaşkanı seçildiği takdirde Ankara ile rahat bir çalışma ilişkisi yürütebileceğini düşünüyor mu?

“Kesinlikle düşünüyorum. Çünkü ben bu ülkede on beş ay başbakanlık yaptım.”

Bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile de birçok kez görüştüğünü, müzakere heyeti üyesiyken de defalarca bir araya geldiklerini hatırlatarak ekliyor:

“Dolayısıyla Türkiye’nin bilmediği biri değilim ben.”

Üniversitede hukuk kürsüsünden muhalefet liderliğine: Tufan Erhürman kimdir?

Tufan Erhürman 1950’li yıllarda ekonomik nedenlerle bugün Rum kesiminde kalan Baf bölgesinden kuzeye, Türk tarafına geçmek zorunda kalan bir ailenin çocuğu. 1970’te Lefkoşa’da doğan Tufan Erhürman, buradaki en iyi eğitim kurumu olarak tanınan Türk Maarif Koleji’nden mezun olduktan sonra üniversite öğrenimi için Türkiye’ye gitti ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumaya başladı.

Erhürman 1992 yılındaki mezuniyetinin ardından aynı fakültenin İdare Hukuku Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak akademik kariyere adım attı. Bu dönemde Ankara Hukuk’un yanı sıra ODTÜ ve Hacettepe Üniversiteleri’nde ders verdi. 2001 yılında “İdarenin Yargı Dışı Denetimi ve Ombudsman” konulu teziyle hukuk doktoru oldu. Tez hocası Türkiye’de idare hukukunun önde gelen isimlerinden Prof. Metin Günday’dı.

Erhürman doktorasını aldığı yıl KKTC’ye dönerek burada Doğu Akdeniz ve Yakın Doğu Üniversiteleri’nde öğretim üyesi olarak hukuk okuttu, bu arada doçent oldu. Üniversitedeki görevi sırasında 2008-2009 yılları arasında 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Müzakere Heyeti’nde görev yaptı, akademik kimliğine ek olarak önemli bir tecrübe edindi. 2013 yılında aktif siyasete atılarak sol çizgideki CTP’den Lefkoşa Milletvekili seçildi. 2015-16 yıllarında partinin genel sekreterliğini yürüttükten sonra CTP’nin 26’ncı olağan kurultayında genel başkanlığa seçildi. 7 Ocak 2018 tarihinde düzenlenen seçimden sonra kurulan dörtlü koalisyonda başbakanlığı üstlendi ve koalisyon dağılana kadar 16 ay bu görevde kaldı.

Erhürman 2020 yılında düzenlenen bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimine de katılmış, ancak ilk turda yüzde 21.67 oranında oy alıp üçüncü gelince, ikinci turda bir önceki cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı destekleme kararı almıştı. Erhürman bu pazar günü cumhurbaşkanlığı için şansını ikinci kez deneyecek.



Nihai değerlendirme

İki farklı gelecek vizyonu oylanacak

KKTC’de bu pazar günü yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçiminin, Kıbrıs Türk halkının gelecek tasavvuru ile ilgili önemli bir tercihi ortaya koyacağını söyleyebiliriz. Bir bakıma iki farklı gelecek tasavvurunun oylanacağı bir referandum gibi de görülebilir bu seçim.

Birinci tercihte, federasyon seçeneğine kapıyı tamamen kapatarak iki devletli bir çözüm talep eden ve bu konuda Türkiye’nin desteğini yanına almış olan Ersin Tatar’ın savunduğu bakış yer alıyor.

Karşı tarafta ise federasyona kapıyı açık tutan, en azından Türk tarafının birçok alandaki yaşamsal hak ve çıkarlarını güvence altına alabilmek açısından bir müzakere sürecinin gerekli olduğunu savunan muhalefetteki CTP lideri Tufan Erhürman’ın çizgisi var.

Tabii Ankara’nın Ersin Tatar’ın tutumuna uzun bir süredir kuvvetli bir destek verdiği dikkate alındığında, pazar günü sandıktan muhalefetin galip çıkması halinde Ankara’daki karar vericiler açısından sıkıntılı bir durumun ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Durumu tartışmalı kılan bir başka gelişme daha var. O da geçen salı günü KKTC Cumhuriyet Meclisi’nden geçen ve 1983 yılındaki KKTC kuruluş bildirgesinde yer alan federasyon referansını geçersiz kılan, iki devletli çözüme ilişkin karardır.

KKTC’nin kuruluşu 15 Kasım 1983 tarihinde dünyaya ilan edilirken, bu bildirgede KKTC’nin ilanının “iki eşit halk arasında ortaklığın bir federasyon çatısı altında yeniden kurulmasını kolaylaştırabileceği” de belirtilmişti. Bu ifade, bağımsızlık ilanına dünyadan gelecek sert tepkileri belli ölçülerde frenlemeyi de amaçlıyordu.

Geçen salı günü alınan son karar, 50 üyeli Meclis’te UBP’nin ağırlıkta olduğu koalisyon bloğunun 28 oyu ve bir bağımsız milletvekilinin desteğiyle, yani oy çokluğuyla geçmiştir. Muhalefetteki CTP bu karara destek vermemiş, bu partiden milletvekillerinin çoğu oylamaya katılmamış, katılan az sayıda üye de ‘ret’ oyu kullanmıştır.

Oysa 1983 bildirgesi Ulusal Meclis’ten oybirliğiyle geçmişti. Her hâlükârda kuruluş bildirgesinin lafzını doğrudan ilgilendiren böylesine hassas bir konuda KKTC Meclisi içinde bir konsensüsün bulunmadığı anlaşılmıştır.

Pazar günü yapılacak seçim aynı zamanda 2020 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan bazı hadiselerin hafızalarda yeniden canlanmasına da yol açmıştır. 2020 seçimine Türkiye’nin Ersin Tatar lehine doğrudan müdahale ettiği, bugün KKTC’deki muhalefet kesimlerinde genel kabul gören bir anlatıdır.

O dönemde Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Türkiye’ye ve Lefkoşa’daki Türk Büyükelçiliği’ne bu konuda kuvvetli eleştiriler yöneltmesi, Büyükelçiliğin de bir açıklamayla bu suçlamalara sert bir yanıt vermesi açık bir krizin yaşanmasına neden olmuştu.

Bundan beş yıl önce yaşananlar hatırlandığında, 2025 seçim kampanyasının o döneme kıyasla daha sakin sularda seyrettiği söylenebilir. Evet, bazı üst düzey AK Parti şahsiyetlerinin son iki üç ay içindeki KKTC ziyaretleri, benzer şekilde sanat ve spor dünyasından AK Parti’ye yakın bazı isimlerin ziyaretleri muhalefet kesiminde belli bir hassasiyet yaratmamış değildir. Örneğin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz geçen hafta bazı etkinliklere katılmak üzere KKTC’deydi.

Yine de 2020 yılındakine benzer bir kriz ortamının belirmediği gözleniyor. En azından bu yazının kaleme alındığı 15 Ekim Çarşamba akşamı itibarıyla durum böyleydi.

Ancak herkesin zihninde asılı duran bir soru da vardır: O da, muhalefet adayı Tufan Erhürman’ın kazanması halinde Ankara ile ilişkisinin nasıl seyredeceğidir. Bambaşka perspektiflere sahip iki tarafın ilişkisinin nasıl yönetilebileceği burada hassas bir soru olarak beliriyor. Kuşkusuz, Ersin Tatar’ın kazanması halinde bu şekilde bir sorun yaşanmayacaktır.

Tabii seçimden söz ederken bir hususu daha akılda tutmakta yarar var. Evet, pazar günü Kıbrıslı Türk seçmen cumhurbaşkanını seçecek olsa da, bu tür seçimlerde başka toplumsal dalgaların, rahatsızlıkların da etkilerini sandıkta bir şekilde hissettirmesi olağan siyasi hadiselerdir.

Hafta başında konuştuğumuz her iki aday da sandıktan galip çıkacaklarından emin görünüyordu. Tatar “At başı bir seçim olacağını zannetmiyorum. Farkla kazanmamız gerekiyor” derken, Erhürman geçen mart ayından bu yana bütün anketlerde önde gittiklerini, ayrıca sahadaki temaslarının da bu yönelişi teyit ettiğini belirtti.

Seçime toplam sekiz aday katılacaktır. Ancak çekişme ağırlıklı olarak Tatar ile Erhürman arasında ikili düzeyde geçtiği için, seçimin ilk turda sonuçlanması sürpriz olmamalıdır. Şimdi sandıktan çıkacak sonucu bekleyelim.

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Sedat Ergin
Sedat Ergin