4 Ekim
Ekmek yapınca, tabii devamı geliyor. Bir kere mevcut ekmeği her türlü öğüne sokuyorum. Ama tabii bildiğin tabak sıyırma şeklinde değil de, ekmeğin adeta kendisinin başrolde olduğu durumlar. Esas çocuk yani. Hamuru tutmuştum, birazını ayırarak başladım. Büyük parçası evet, ekmek oldu ama küçük parça sarımsaklı ekmeğe döndü. Sarımsaklı ekmek klasik bütün somundan dilimleyip dilim aralarına sarımsaklı tereyağı sürdüğüm, sonra da fırına attığım değil. Bunu daha pişirirken nispeten yassı yapıyorum, yani daha çok kabuk, daha az iç hesabı. Sonra o somunun üstüne kabuklu diş sarımsaklar saplıyorum. Yarısı hamura gömük, yarısı dışarıda kalacak şekilde. Kızgın fırında pişiyor, bütün evi sarımsak kokusu sarıyor, şahane bi’şey. Fırından çıkar çıkmaz üstüne bolca zeytinyağı sürüyorum, o sarımsak kokusu iyice coşuyor. Sonra da artık yanına ne veriyorsan, çok da önemli değil zaten, ekmeği çıtır çıtır yiyiyorsun, sarımsakları da hüüüp kabuğundan emiyorsun. İşte yine öyle yaptık. Bu sefer yanına biraz Feritler’in peynirinden, biraz kendi yaptığımız bir şarküteri ürününün son dilimleri, hafiften ıslak olsun diye de hardal soslu moslu bir salatacık, bir güzel de kırmızı.... mis gibi olduk. 5 Ekim
Ekmek çılgınlığım devam ediyor. Akşam için lüfer var. Sabah alışverişe Ayvalık’a inmiştim, balıkçıya da uğradım, hani bir şey varsa diye; varmış. Çok güzel lüferler gelmiş. Tabii İstanbul’dan. Ege’de lüfer yalan. Bulursun da tadı bir şeye benzemez. O balık Boğaz’da yüzecek, Boğaz’da tutulacak, başkadır o. İrice de, yaklaşık 32 cm. Aldım üçümüze 1’er tane. Akşamüstü Kenz ‘ben arkadaşlarımla buluşucam’ dedi gitti, biz B’ ile birbirimize bakakaldık, “ama lüfer?” Kıyamadık, ertesi günü bekleyelim, beraber yeriz, şimdi nasılsa ekmek var, idare ederiz diye karar verdik. Hemen döküm tavayı çıkardım, ekmekleri kızartmaya başladım. Aslında balıkçıya palamut için gitmiştim, yarına çekim var, palamut yapmam gerekiyor, alıvereyim diye. Lüferler bonus’tan çıktı, gereken palamut alınıp gündüzden bir de sirkeli palamut/palamut turşusuna dönüşmüştü. Yine çekim için körpe ıspanaklar vardı. Tava ısınıp ekmekler kızarana kadar bir yumurta sarısından hızlıca bir mayonez de yapıverdim. Kızarmış ekmeklere sarımsak sürtüp hafiften sızma zeytinyağı gezdirdim. Üstüne ıspanak yaprakları, en ufaklarından yolup palamut turşusu, havucu soğanı falan.... hepsinin üstüne bir de mayonez ve bolca karabiber... üff! Lüfer yarına. 6 Ekim
Lüfer ızgaraya kondu, acayip az pişti, suyunu akıta akıta yedik. O kadar iyiydi, o kadar da doğru pişmişti. Ben yanına bir salata yaptım, başka da bir şey gerekmezdi zaten. 8 Ekim
Yeniden bir ekmek pişirdim, bir evvelkinin sonunu da salataya kruton yaptım. Ama karar verdim, bu böyle gitmez, ekmek pişirdikçe, ekmek yiyiyoruz, sonu gelmiyor, dayanamıyoruz. Umarım bu böyle devam etmez. Kalan ekmekleri kırıkladım, zeytinyağı, sarımsak, tuz ile döküm tavada iyice kıtırdattım. Tavadan alınca da biraz limon kabuğu rendeledim üstüne. Salata ne miydi? Güzel kıvırcık marul karışımı, şöyle yaprakları iri iri yolunmuş cinsten. Üstüne yine kıtırdatılmış bademler. Bir de sos yaptım, hardal, mandalina suyu, pirinç sirkesi, sarımsak, kırmızı soğan. Salatayı öylece koydum, kruton kırıntılarını da kaseyle sofraya, ortaya, isteyen istediği gibi yüklesin diye, isteyen az, isteyen çok. Az isteyen olmadı valla. 9 Ekim
Evvelsi gün bir tavuk marine etmiştim, bolca taze otla, dün öğlene onu pişirmiştim. Kalanını didikledim, kemiklerinden ayırdım, altına da bir salata yaptım. Hani herkese de yetsin diye. Pazıları çiğden incecik doğradık. Hazırladığımız sosla, yani tuz, mandalina suyu, az sarımsak, değirmen karabiber, kırıklanmış acı kuru biber ve tabii zeytinyağı ile ovduk. Hemencecik sündüler zaten. İçine ayrıca üzümleri kattık, bahçeden nane, mis gibi öğle yemeği oldu, ağzımız şenlendi. Hem de artanlar değerlendi. Ekmek yemedik. İlginç.