19 Temmuz
Evvelsi gün yaptığım alışverişin bir sürüsü duruyor. Ziyan olacak diye aklım çıkıyor. Daha çok dışarıdayız, keyfimiz de yerinde ama n’apsan o malzemeyi kullanmak lazım. Önce bir dilim marine edilmiş ‘bifteki’ var, kimseye yetmez. Güzel mantarlar almıştık, küçük küçük, onlar da tek başına yetersiz. Açtığım körpecik bebecik ıspanaklar var, pörsümekte olan. Kızıl mizuna mikrofilizleri de azıcık. Aldığım bir tek acı biberin yarısı duruyor, çok acı diye minnak minnak kullanıyorum. B’nin ben deneyeyim diye aldığı lor benzeri bir peynir var, Mizitra; eh o da lor gibi bozuluyor, kullanmak lazım. Bir de o keçi yoğurdunun dibi kalmış. Taze soğan ve frenk soğanı var, bir baş da kök rezene, sağlamlar. Ağzımda hemen bir tat oluşuyor, akşam yemeği olarak yapmaya karar veriyorum. Önce bir garnitür hazırlıyorum. Keçi yoğurdunu lorumsu peynirin bir kısmıyla karıştırıyorum, içine bolca zeytinyağı, kafi tuz ve değirmen karabiber. Bu karışıma dacos/peksimetleri katıyorum, karıştırıp bırakıyorum. Biftekiyi ince ince kıyıyorum, rezeneden biraz doğruyorum, bolca taze soğanı kalem kesiyorum. Acı biberin çeyreğini ufacık doğruyorum, yanına 2 diş sarımsak eziyorum. Mantarları da yıkıyorum. Pişirmeye hazırım. İyice kızgın tavaya önce zeytinyağı ve hemen mantarlar. Hiç su veya tuz koymuyorum, hızla çevire çevire pişirmeye başlıyorum. Buradan sonrası malzemeyi hangi sırayla tavaya ekleyeceğine dair. Pişme süreleri, istediğin doku falan. Tüm bu malzeme içinde nispeten zor pişen, mantarlar; bu yüzden onlarla başlıyorum. Onlar hem renk almaya hem pişmeye başlarken, rezeneleri ekliyorum. Bir de biftekinin marinesi var, zencefilli ballı filan, sıvı olarak da o marinenin yarısını koyuyorum. Çevirerek pişirmeye devam. Derken taze soğanlar, sarımsak ve acı biberler. Hafiften yumuşarken incecik kıyılmış etler. Etler niye bu kadar geç girdi tavaya diye merak edilebilir, evvelsi akşam hızla kurudukları için, sona bırakıyorum. Nitekim, şöyle bir çevirince oluveriyorlar. Marinenin devamını ve en son ıspanakları ve mikrofilizleri ekliyorum, hemen de altını kapıyorum. Tavanın ve içindekilerin ısısıyla sünüveriyorlar zaten. Bir servis tabağına ‘garnitür’ü koyuyorum, ortasına bu ne olduğu belli olmayan yemeği. Üstüne doğranmış frenk soğanı, bolca değirmen karabiber ve tabii ki sızma zeytinyağı. Görünüşünde meymenet yok ama tadı acayip oldu. Yemelere doyamıyoruz, yemek bittikten 2 saat sonra bile ağzımızda tadı dolaşıyor. O kadar ki, B’ şuradan bir ecclair yesek mi dediğinde, “yok, ağzımdaki tadı bozamam!” cevabı alıyor.
20 Temmuz
Öğlen kendimize ufak bir bayram sofrası kuruyoruz. Yine her şey evdeki malzemeyle. Dün yürürken bir manavda ‘Almyra’ yani bizdeki deniz fasulyesi, görüp almıştım. Su kaynatıyorum, önce bunları haşlıyorum. Çıkarıp hızla soğuk suya tutuyorum. Aynı suya yumurtaları atıyorum, katı haşlansınlar diye. Haşladığım otları yerleştiriyorum. Üç beş kiraz domates, bir de lorumsu peynirin sonu. Bolca sızma zeytinyağı. B’nin beni götürdüğü şarküteriden ringa almıştık, onu da koyuyorum bir tabağa; tereyağı çıkarıyorum, ekşi mayalı ekmek kızartıyorum tavada, kızartıcı yok evde, o arada yumurtalar haşlanıyor, soyup deniz fasulyeli tabağa koyuyorum, daha da zeytinyağı gezdiriyorum, tamamız. Oturuyoruz soframıza, 2 kadehcik retsina, ağzımızın tadı yerinde, mis gibi bayram oluyor.