Yeni tip bir yaşam…. Yanında yeni bir deneyim ve hepsinin ötesinde yeni bir pişirme biçimi getiriyor. Suyun üstünde ne pişirirsin? Nasıl pişirirsin? N’olucak yemek işte deyip, geçmemek lazım. Yer dar, mutfak bir minnak tezgahtan ve iki göz ocaktan ibaret. Buzdolabı... O da ne? Bir otel odasındaki “mini bar” kıvamında. Tencere, tava bildiğinden az ve farklı kafada olmalı, iç içe girsin, az yer kaplasın. Öyle alıştığın ekipman söz konusu bile değil. Bakırmış, dökümmüş boş. 88 çeşit bıçak, rende, yok. Niye? Çünkü yer yok. Yani yemek pişirirken alıştığın konforlar tümden yalan. Ama olsun. Yepyeni bir deneyim ve bambaşka keyifler var. Onlar için de bu görece zorluklara katlanmalı. İyi tarafından bakıyorum ve acayip bir yaz geçireceğimin, suyun üstünde gözümü açıp cuppp diye suya atlayabileceğim güzelliğinin her şeye değeceğine odaklanıyorum. Mesela sabah sakininde uzun uzun yüzebileceğime... Ya da efil efil esen bir gölgede öğle uykusuna... Akşamüstü suya batan güneşin renklerine... Buzları çıngırdayan bir bardakta, sudan sadece 5 karış yukarıda içilen kokteyle... Temiz bir denizin suyunu yemek suyu olarak kullanabilmeye... Zıpkınla avlanan balığın sadece limon sıkıp öylece, o kadar tazecik yiyebilmenin lüksüne... Yok, ben yaparım bu işi. Hatta tekne yemeklerini de bir araya toplar, yeni bir çığır bile açarım.

8 Nisan
Henüz marinadayız, yerleşiyoruz. 3 gün daha buradayız, eksikleri tamamlamak üzere. Ama tabii ki yemek pişirmeye başlıyorum. Bu sabah ilk hareket kahvaltı. B’ gitti simit aldı fırından. Benim BMW’licious projesi için gittiğim rotadan yanımda getirdiğim çamur peyniri var. Tire pazarından. Lorun tuz ve peyniraltı suyunun karışımıyla yapılıyor ve uzun dayanmıyor. Çamur peynirini öylece koyuyorum sofraya. Bahçenin geçen seneki kuruttuğum reyhanları, zahter, tabii ki zeytinyağım ve Ödemiş peyniri. Yine Tire’den “el bademi” ve bir termos çayla sofraya oturuyoruz. Ateşi de sadece poşe yumurta için kullanıyorum. Tabaklara alıyoruz yumurtaları, şöyle tuz niyetine çamur peyniri, serpele reyhanı zahteri, bolca zeytinyağı gezdir, bandır simitleri. Mis. Tabii gün böyle bitmiyor. Öğlen dışarıdayız, ama sırada akşam yemeği var.‘Fazla kap kirletme!’
Bütün gün koşturduktan sonra, akşamüstü çarşıya yürüyoruz, biraz manav, bir süpermarket alışverişi ve balıkçıdan karides almış olarak dönüyoruz. Basmati pirinçle pilav yapmaya ve manavda bulduğum olağanüstü yeşil limonların kabuklarını lezzet belirleyici olarak kullanmaya karar veriyorum. B’ diyor ki, fazla kap kirletme, hem yer problem, lavabo küçücük, tezgah da öyle, hem de fazla su sarf etmemek gerekiyor, depodan yiyeceğimizi unutma. Hımm…. Öyleyse genel olarak her şeyi tek kapta pişirmenin yollarını düşünerek hareket etmeliyim. Pilavı da öyle yapıyorum. Tencereye zeytinyağı, limon kabukları, ikiye bölünmüş sarımsaklar, azıcık da tarçın koyuyorum. Hafiften cızırdıyorlar, taze soğan, zencefil ve kişniş saplarını doğruyorum. Bir çevir, basmati içine suyunu, tuzunu veriyorum. Suyunu çekip pişer gibi olunca, karidesleri üstüne dizip kapağını kapayıp ateşi de söndürüyorum. Tabii bir dem bezi ile. O dinleniyor, ilk soframızı kuruyorum. Derken Simten’le Bülent de Bodrumdalarmış, hayırlı olsuna uğruyorlar. Ellerinde bir köpüklü. Elbette keyfini çıkarıyoruz. Yemek sonra. Sofraya otururken pilava biraz daha zeytinyağı ve bir mandalinanın suyunu sıkıyorum, kişnişin yapraklarını da üstüne. Ağzımızın tadı yerinde, keyfi şahane bir ilk yemek oluyor.