Tekneye bindin, açtın, yerleştin derken saat beşi geçiyor. Düzen tutkumun çıldırdığı bir noktadayız. Zaten evde de öyleyim ama suyun üstü hiç dağınıklık kaldırmıyor
12 Mayıs
Marvy’de son gün, arife. Yarın su üstünde yaşam yeniden başlayacak. Hem Şemsa’nın Hikayesi için çekimlere devam edeceğiz, hem keyif. Ama yarın bayram ve kumanya lazım. Mecburen Özdere’deki bir büyük markete gidip domates, marul, maydanoz, dereotu, nane, limon, taze zencefil, soğan, patates, patlıcan, yoğurt, kıyma ve pirzola alıyoruz. Bir kutu kalmış taze kuşkonmaz, onu da. Bir de beyaz, teneke tulum ve kaşar olmak üzere peynir. Mutlu muyum aldığım nevalenin standardından? Elbette hayır. Market malı bunlar, bildiğin sanayi ürünü, asla evime almayacağım kıvamda, ama n’aapcen? Kaldırıyoruz buzdolabına, Ezgi de sağ olsun, buz kutusunu ve buz akülerini -18’e koyuyor. Yarın sabaha kadar.
13 Mayıs
İyi bayramlar! Değirmen’de şahane bir kahvaltı yapıp yola koyuluyoruz. Tabii bozulacak malzemeyi, et, yeşillikler, peynir yoğurt falan buz kutusuna. Arabanın bagajı da tıka basa dolu, nevalenin devamını da aralara sıkıştırıyoruz. Bir de Marvy’nin ekmekçisi Selçuk Usta’nın ekşi maya ekmeklerinden bir somun araklıyorum. Yolda Aydın çıkışında biri bir tezgah açmış, güzel taze fasulye var, alıyoruz 1 kilo. Üç beş de hıyar. Gözüme şahane kabuklu limonlar ilişiyor, pütürlü tarafından hemen atlıyorum, onları da alıyorum. Bir de, na-memnunum ya market alışverişinden, ya iyiyse diye domateslerden de alıyorum. Bayramlaşıyoruz, yola devam. Derken Sakar’dan Gökova’ya iniyoruz. Orada da bir aile tezgah açmış, yumurtası var. Atlıyorum üstüne. Bakıyorum kekik ve adaçayı topayıp demetlemişler kurutmalık ama daha yeşil, onları da koyuyoruz sepete. 3 tek armut, 2 greyfurt, 2 portakal, 3 kabak, 1 kilo da çilek. Tamam derken, yine domateslere eriyor gözüm, alıyorum onlardan da 1 kilo daha. Ne yapacağız bu kadar domatesi bakalım? Tekneye bindin, açtın, yerleştin derken saat 5’i geçiyor. B’ teknenin dışını yıkıyor, kontrolleri yapıyor, bense, tabii ki, mutfağa yerleşiyorum. Düzen tutkumun çıldırdığı bir noktadayız. Zaten evde de öyleyim, ama burada suyun üstünde, hiç dağınıklık kaldırmıyor. Hem daracık hem kullanım kolaylığı derken iyice tuhaf davranıyorum, ama ikimizden esas denizci olan B’ bu işten çok memnun. Sanırım miço olarak işi kaptım. Buzdolabımsıları geçen sefer düşük derecede çalışır bırakmıştık, içinde içecek, bir de dipfrizimside bir tereyağı vardı. Hepsi sağlam, tereyağı da bildiğin donuk. İyi. Artık yerleşebilirim, yola çıkabiliriz. Kısaca bir seyirden sonra 6:30 gibi Knidos fenerinin arkasındaki koya demir atıyoruz. Hemen yemeği ateşe koyuyorum. İlk akşam için pirzolalar. Alta halka soğanlar, domates, üstüne pirzolalar, biraz taze kekiklerden, tuzu, suyu, kapağını kapayıp pişmeye bırakıyorum. Geçen seferden kalan nohut peksimetleri var. Hani şu Tire pazarından aldığım... Kırıyorum bir kabın içine, üstüne biraz çilek, biraz domates, bolca maydanoz ve nane. Tuz, sirke ve bol bol zeytinyağı. Beklemeye bir kenara alıyorum, cuppp suya. Derken B’ çilekli bir margarita hazırlıyor, biraz yer fıstığı, yine geçen seferden kalan, gün batımına oturuyoruz. Denizin sesi, arada martılar, huzur. Yemek pişiyor ama canımız hafif bir şey istiyor, sadece hazırladığım salatayı yiyiyoruz, yanına biraz da peynir. Çilekli zımbırtının devamını içiyoruz, gün batıyor, çiğ düşüyor, erkenden yatıyoruz. P.S.: pirzolayı tenceresiyle pasarellanın üstünde bırakıyorum, buzdolabı niyetine.
14 Mayıs
O kadar güzel ki! Uyandım ve daha gözümü bile açmadan suya atladım. Üstüne kahve keyfi, biraz tıngırdama derken, kahvaltı saat 10’u buluyor. Önemi yok, günü burada geçirmeye karar verdik. Kahvaltı için yine bir çilekli domatesli salata, içinde ceviz, limon kabuğu rendesi, nane. Beyaz peyniri, tereyağını çıkarıyorum. Kayısı olsun diye yumurta haşlıyorum. Sudan erken çıkarınca anneannemin yumurtası kıvamında oluyor, mecburen içine bolca zeytinyağı, Salted’ın füme tuzu ve değirmen karabiber koyduğum kasenin içine kaşıkla kabuğundan sıyırıyorum. Selçuk Usta’nın ekmeklerinden tavada kızartıyorum, bir termos çay ve günaydın. Kahvaltı keyfinden sonra oturuyorum güneşin altına, taze fasulye ayıklamaya. Zeytinyağlı fasulye çekiyor canım. Taze fasulyeler hakikaten taze, çıt ediyor ortadan ikiye kırarken, ama bir yandan da garip bir şekilde kılçıklı, türünden herhalde. Neyse. Ayıklıyorum, klasik İstanbul usulünde, halamdan öğrendiğim gibi yapıyorum, pişiyor, kendi kabında soğumaya bırakıyorum. O arada patlıcan közlüyorum. Közlediğim patlıcanları tuz, az limon suyu ve zeytinyağı ile karıştırıp kenara ayırıyorum. Bir an gelir lazım olur. Bu arada tekrar acıkılıyor, dün akşama niyet edilmiş, ama vazgeçilmiş pirzolalar hazırda. Isıtıyorum. Yanına da sabahtan kalan çilekli domates salatasını adeta sos gibi kullanıp bir roka salatası hazırlıyorum. Akşamüstü olurken, B’ yine dün akşamki gibi hafif yesek diyor, ben de pek gözüm tutmasa da üstünde ‘yerli’ yazıyordu, bir paket kuşkonmaz almıştım, onları salataya çevirmeyi düşünüyorum. Biraz sirke, biraz mandalina ekşisi, bolca Ayvalık sızma, füme tuz, bol değirmen karabiberi kasenin dibine karıştırıyorum. Portakalın suyunu ve azıcık da jülyen doğradığım kabuğunu katıyorum. İçine küp küp hıyar ve bir armudun yarısı. Sıçandişi soğan ekleyip üstüne de peksimet kırıyorum. Hepsini harmanla kenara al, şöyle peksimetler sosu emsin. Kuşkonmazların da kıçları bayağı kart, ayıklayıp haşlamaya hazır halde bırakıyorum. Gün batarken, aldığımız adaçayları ile demlediğimiz cinleri tonikleyince, sıra yemeğe geliyor. Kuşkonmazları salatanın üstüne bırakıveriyorum, biraz daha da zeytinyağı. Yanına bu sefer teneke tulumu çıkarıyorum, mis. P.S.: Bu sefer zeytinyağlı fasulyeyi pasarellaya bırakıyorum.