22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
25.02.2022 04:30

‘Gelen ağam giden paşam’ ilkesi

Sosyal ve anti-sosyal medyadan anladığım kadarıyla, bizim halk ‘Survivor’ adlı televizyon gösterisini büyük bir merakla izliyor. Oysa bilmiyor ki asıl ‘hayatta kalma mücadelesi’ni ataları verdi, kendisi de hala vermekte. 

Bu halk, tarihin en çok işgale, istilaya, zulme, katliama uğramış bölgesi olan Anadolu’da, gelip geçen her egemenliğe, her zalime, her despota boyun eğerek hayatını sürdürme yolunda büyük bir beceri edinmiş.

Kuşaktan kuşağa geçerek gerçek bir miras halini almış olan bu tavır, Anadolu karakterinin ayrılmaz bir parçası.

Elia Kazan, Kayserili bir halıcı olan babasında da gördüğü bu ifadeye ‘Anadolu Gülüşü’ adını takmıştı. Güvenilmez bir gülüştür bu. Gerçek fikirlerini saklayan bir poker yüzüdür. Masadan kalkanın arkasından konuşulduğu bir geleneğin yansımasıdır.

Bu yüzden halk ‘Gelen ağam, giden paşam’ der. Yeni geleni alkışlar, ‘yılanı deliğinden çıkaran tatlı dili’yle onu övgülere boğar, eskiyi de mahveder.

Gelen Timur da olsa farketmez; Haçlı, Selçuklu, Osmanlı da olsa. Selçuklu yıkılır, yerine kurulan onca Türk beyliğinin başına tapar.  (Başımız sağolsun sözü bile ‘reis sağolsun’ anlamı taşır.) Ama Osmanlılar Türk beyliklerinin tamamını yok edince de ‘Hani hepiniz Türk’tünüz, din kardeşiydiniz, ne oldu?’ diye sormak aklına gelmez. Çünkü reis değişmiştir. O da hemen pozisyonunu değiştirir. Eski beyliğin ne kadar fena, Osmanlı’nın ise ne kadar şahane olduğunu anlatmaya koyulur.

Aslına bakarsak, eskilerin ‘tabasbus’ dediği, egemene yaltaklanma tavrı başka ülkelerde de görülebilir ama bu ölçüde değildir hiçbiri.

Gelene ağam, gidene paşam demek bizim genlerimize işlemiş durumda.

Yakın tarihte bunun çarpıcı örneklerini görmek mümkün.

Sultan Abdülhamid örneği

Sultan Abdülhamid tahtta iken onu ‘Allah’ın Yeryüzündeki Gölgesi’ olarak gören İstanbul basını ve asker-sivil bürokraside Sultan’a hitap şekilleri özel dikkat gerektirirdi.

Padişaha karşı kurulan cümleler ve yazılan yazılar mutlaka konuşanı veya yazanı yerin dibine batıran, Hünkar’ı ise Allah’ın eteklerinin dibine yerleştiren sözcüklerle dile getirilmeliydi. Sultan için haşmetmeap, zat-ı şehriyari hazretleri, şevketlu, devletlu, azametlu hünkârım, hakanım, el muzaffer daima türünden birçok kelime sıralanır; kullar da kendilerinden kulunuz, ayağınızın tozu, hak-i payiniz diye söz ederlerdi.

Bayramlarda büyük muayede salonuna yerleştirilen tahta oturan Abdülhamid’e hiç kimse yaklaşamaz, askeri, sivil yüksek kademe, yabancı heyetler, dini liderler, tahttan epey uzak bir yere uzanan sırma kordonun ucundaki püskülü öperek ona saygılarını göstermiş olurlardı.

Çünkü imparator, insan üstüydü, ilahi gücün bir uzantısı, bir gölgesiydi.

"Padişâh-ı ruy-ı zemin zıllullah-i fi’l-arz" (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) idi.

Gölge iblis oldu

Ama 1909’a kadar Abdülhamid’i yere göğe koyamayan, akıl almaz övgüler dizen İstanbul basını, o tarihten sonra hemen tavır değiştirmiş, eski Padişah’ı şeytan-ı lain, şerefsiz, rezil, ruhu iblis gibi yerin dibine batıran bir üslup benimsemişti. Devrik Sultan’ı o kadar ağır küfürlerle ve karikatürlerle aşağılıyorlardı ki, Selanik’teki sürgünü sırasında muhafızlık görevini yürüten İttihatçı subay Ali Fethi Bey (Okyar) bile üzülüyor, padişaha hiçbir yayın, gazete, dergi verilmediğine memnun oluyordu. Devrik Sultan, o yayınları görse herhalde inme inerdi. 

İstanbul basını o sırada İttihatçıları ve Sultan Reşat’ı yüceltmekle, Abdülhamit’i aşağılamakla meşguldü ama bir süre sonra İttihatçılar düşünce, onları da yerin dibine batıracaktı.

Slalom başlıyor

Çünkü mahkeme kadıya mülk olmaz. Hiçbir makam ebedi değildir ve şah da olsan padişah da olsan o makam elinden gidince bütün şartlar değişir.

‘Gelen ağam giden paşam’ ilkesi değişmez kuraldır. 

Halkımızın en önemli karakter özelliği olan ‘esneklik’, şu anda, bildiri imzalamaktan dolayı hapiste olan yaşlı general ve amiraller olayında da görülmüyor mu zaten?

Yapılan her ankette ‘halkın en  çok güvendiği kurum’ olan askere yapılanlar konusunda hiç ses çıktığını gördünüz mü?

Aynı durum asker güçlüyken, tersten yaşanmadı mı?

Bu yüzden hiç kimse ‘halk arkamda’, ‘koltuğum sağlam’ diye düşünemez bu ülkede. Düşünürse yanılır.

Peygamberin halifesi olan padişahına bunları yapan millet, yarın kime neler yapmaz. Genç Osman olayını anmıyorum bile.

***

Tarih yine tekerrür ediyor.  Yirmi yıldır iktidarı yere göğe koyamayan, her türlü tapınma örneklerini veren, eski dönemin generallerini, muktedirlerini yerin dibine batıran basın mensupları, şu günlerde kara kara geleceği düşünmeye başladı.

Eğer iktidar devam ederse ne ala ama ya olmazsa, ya muhalefet kazanırsa?  O zaman ne olacak?

Dikkat ederseniz birçok kişi yavaş yavaş bu ihtimale karşı mevzilenmeye, ortaya gelmeye, tarafsızmış gibi görünmeye çalışıyor.

Amaç hep egemene yakın olmak.

Bu yüzden birileri harıl harıl mıntıka temizliği dönemine girdi. 

İleride çok şaşırtıcı slalomlar göreceğiz gibime geliyor. 

Yarın bir gün, laikliği savunma konusunda herkese bir dirsek vurarak öne geçenleri görürsek hiç şaşırmayalım.

Artık dijital kayıtlar olduğuna göre, merak ettiğiniz kişilerin geçmiş yazılarına bakın, ne demek istediğim hemen ortaya çıkar.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli