29 Nisan 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
22.12.2023 04:30

Belirsizliğin iyimserliği

Geçen hafta oldukça karamsar bir yazı yazdım. 2023 sona ererken karamsar olmak için çok neden var. Listeyi merak edenler, geçen haftaki yazıya göz atabilir. Gelin bu hafta da iyimserlik, nikbinlik üzerine bir yazı deneyelim

Gelecek hakkında iyimser olmak için ne tür ihtimaller, imkânlar üzerine düşünebiliriz? Nasıl bir tarihsel güzergâh kurgularsak (Nereden geldik, nereye gidiyoruz?) bu bizi gelecek için umutlandırır? Nasıl bir geçmiş-gelecek çizgisi bizi heyecanlandırır, tazeler ve bir anda koltuğumuzdan kaldırıp iyiye doğru bir değişime katkı verme, değişimin parçası olma hissini kalbimizde ve zihnimizde uyandırır?

İlk önce şunu ifade edeyim: Kötümserlik ve iyimserlik mutlak pozisyonlar değildir. Sorduğunuz soruya, hayal ettiğiniz geçmiş-gelecek çizelgesine ve tabii o zaman dilimindeki ruh halinize göre değişir. Kronik bir kötümserlik ya da sorgusuz bir iyimserlik ne bir insan için ne bir toplum için iyi sonuç vermez. Kronik kötümserlik umutları söndürür. Nihilizmi coşturur. Sorgusuz bir iyimserlik eleştirel aklı sindirir, dolayısıyla ilerlemeyi durdurur. (Sorgusuz iyimserlik kendini yok eder.)

İyimserlikler ve kötümserlikler

Diğer yandan birinin iyimserliği, diğerinin kötümserliğine yol açabilir. Hatta çoğu zaman tarihte iyimserlikler çatışma halindedir. Sadece farklı gelecek hayalleri arasındaki çatışmadan bahsetmiyorum. Çatışmaları yok etmese de azaltan, yumuşatan evrensel bir iyimserlik ve bu iyimserlik ruhuyla ortaya çıkan bir ilerleme ideali (ya da projesi) kurmak hiç de kolay değildir. Kültürel, ulusal, nesiller arası, cinsiyetle ilgili ve tabii sınıfsal çatışmalar mutlak bir iyimserlik kurmayı ancak ütopyalar içinde mümkün kılar.

Tek Tanrılı dinler, dünya barışı kurma iddiasındaki imparatorluklar (Osmanlı İmparatorluğu dahil), Aydınlanma, liberalizm ve sosyalizm, hatta milliyetçilik (dünyayı milli devletlerin oluşturduğu küresel barış düzeni olarak örgütleme ideali) bir yönüyle “evrensel iyimserlik” projeleridir.

Diğer yandan tarihte iyimserlik insanın tekâmül etmesi fikri ile iç içe gelişir. Sokrates’in insanın felsefi bir yolculuk sonucu olgunlaşması ya da İslam tasavvufunda müslüman kişinin farklı zihinsel ve bendensel süreçlerle kâmilleşip Allah’a yakınlaşması... Tüm bu bireysel gelişme fikirleri ancak belli şekillerde iyimserlik halleri ile mümkün.   

Optimizm kavramının kökü Latince optimum en iyi, en ideal durum değil midir? Yani tekâmül etmek, tekmil olmak, kâmilleşmek.

Aydınlanma ve iyimserlik

Ama bizim içinde yetiştiğimiz iyimserlik büyük oranda son üç yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma düşüncesinin ürünü. Aydınlanma iyimserliği, ilerleme yani tarihin insan mutluluğuna doğru bir gelişim yolculuğu olduğu fikirleri ile şekillenmiş.

Ama bu iyimser yolculuğun önemli bir aşaması farkındalık. Farkındalık ise ancak iyimserlik içinde bir karamsarlıkla mümkün. Ya da daha doğru bir ifade ile iyimserliğin eleştirel akılla, gözlemle, tecrübe ile çözümlenmesi. 

Renkler karışmak ister, sen engelleme!

Voltaire’in Candide’i 18’inci yüzyılın ortasında yaşadığı dünyanın dünyaların en iyisi olduğunu öğrenmiş bir iyimser gencin Osmanlı İmparatorluğu dahil âlemi dolaşıp kötülükleri ve felaketleri görüp içinde yaşadığı saf iyimserlikten özgürleşmesi yolculuğudur. Ama Candide bu yolculuk sonunda bir nihilizme sürüklenmez. Başka bir iyimserliği keşfeder. Bir Türk köylü ailesi ile tanışır ve sıkıcılıktan, kötülükten ve fakirlikten kurtulmanın en iyi yolunun kişinin kendi bahçesini sürmesi (il faut cultiver notre jardin) olduğunu anlar.

Kötümserliği kendi bahçemizi sürerek aşmaya çalışmak kamusal mücadelelerden, siyasetten, toplumsal projelerden bir kaçış mıdır? Yoksa felaketlerle dolu bir dönemde (Voltaire Candide’i yazdığı yıllarda depremler, savaşlar ve salgın hastalıklarla dolu kapkara bir Avrupa vardır) hayal kırıklıklarına uğramadan, kendini tahkim ederek umutla yaşayabilmenin yollarından biri midir?

1750’lerden 2020’lere atlayalım

İyimserlik ve kötümserlik üzerinde son üç yüzyılın maceralı gezintisi eşliğinde ne ilginç denemeler yazılabilir. Ama bugüne dönüp içinde yaşadığımız döneme iyimserlik-kötümserlik lensi ile bakarsak, ne isim verebiliriz? Diyelim ki bu dönem hakkında bir kitap yazacaksınız, gelin bir başlık denemeleri yapalım. Önce kötümser başlıklar:

Belirsizlik ve Öngörülmezlik Zamanı

Var Olanın Anlam Yitimi

Şiddetinin Pornografisi (Hayatin Her Katmanında Derinleşen Açık Şiddet)

Narsisizm Zamanları

Bilgi Yitimi ve Gerçek Ötesi Haller

Tüketimden Entropiye: Dünyanın Çöpleşmesi

Yeni Bir Dünya Düzeni

(...)

Evrenselliğin Yaşamadan İntiharı

Nihilizmin İntikamı

Nietzsche’nin Kehaneti

(....)

Peki ya iyimser başlıklar neler olabilir?

Belirsizliğin İmkanları: Her şeyin Mümkün Olduğu Dünyada Gelecek Tasarımı

Yapay Zekâ ve Yeni Hayat için Anlam Setlerine Giriş

Şiddete Karşı Dayanışma: Yeni Dönemde Birlik Formları

Popülizmin Çıkmazı - Narsisizme Karşı Samimiyet ve Kaçınılmaz Şeffaflık

Bilgi Yitimine Karşı Yeni bir Epistemolojik Devrim Arayışı

Çevre Felaketi ve Doğanın Vicdanını Keşfetme

Çevre ve Markisizm - Doğal Devrim Ütopyası

Nietzsche’nin Kehaneti ve Max Weber’in Öngörüsü

(...)

İkinci set başlıklar biraz naif kaçıyor belki? Biliyorum, bu dönemin ruhunu bir iyimserlik projesine nasıl çevirebiliriz sorusunu düşünerek listelediğim bu başlıklar muhtemelen sizi çok heyecanlandırmadı. Siz de belki gazetenin üzerine bir iki başlık kondurabilirsiniz. Bu zamanın sınırları içinde zihin açıcı bir egzersiz olabilir.

Nihilistik zamanlar

Yakınlarda siyaset felsefecisi Wendy Brown’ın Nihilistik Zamanlar: Max Weber’le Beraber Düşünmek (Nihilistic Times: Thinking With Max Weber) kitabını okudum. Etkilendiğimi söyleyebilirim. Batı’da demokrasinin erozyona uğradığı, solun da kimlik siyasetine sürüklendiği, akademinin iyiden iyide tek yönlü bir siyasallaşma içine girdiği bir dönemde, yeniden nesnel bilginin önemini vurgulayan bir kitap.

Aslında Wendy Brown’ın yaptığı bir sol ve akademi eleştirisi. Otoriter popülist dalgaya karşı akademinin tavrını eleştiriyor. Üniversitelerin bir savunma refleksi ile ideolojik bir cepheye dönüşmesini inceliyor.

Belki akademinin iktidarın tahakkümü altında kaldığı Türkiye’de Wendy Brown’ın bu eleştirisi çok anlamlı olmayabilir. Ama Brown’ın şu tespiti ya da önerisi beni çok heyecanlandırdı: Uzun süredir nesnel, evrensel, güçlü, yöntemsel çerçeveye oturan akademik bilgi projeleri sosyal ve insani bilimler alanında merkezi konumunu yitirdi. Akademi demokratik erozyona karşı verilen mücadelenin stratejik bir kalesi olarak görüldü. Bunun sonucu ise akademik bilgi siyasallaştı ve araçsallaştı.

Brown, yeniden akademiyi bilgi ahlakına ve nesnel-evrensel bilgi projesine davet ediyor. Bu davet beni son dönemlerde heyecanlandıran, iyimserliğimi artıran bir davet. Yeniden bilmek, güçlü şekilde bilmek. Bilginin siyasallaşmasına karşı, nesnel ve metodik bilgiyi tekrar merkeze koymak... Siyaset ile bilgi arasında yaşanan tecrübelerin ışığında daha mesafeli bir ilişki kurmak.

Bu dönemde sanırım benim kendi bahçemi sürmeden anladığım bu olmalı: 1990’lardan beri heyecanını yitiren nesnellik ve evrensellik arayışını tekrar uyandırmak. Belirsizliğe karşı bilgi ile yeni ve taze bir cephe açmak. İyimserliği bilgide bulmak.