20 Nisan 2024, Cumartesi
17.06.2022 04:31

Lumpen

Lümpen değil lumpen. Lumpen.

Çeyrek yüzyıldır lumpenleşme meselesine dikkat çekmeye çalışırım, ısrarla lumpen yazarım, bunlar basılırken hep lümpen’e çevrilir. Çünkü Word Türkçe programı bile lumpen’i yanlış bulup lümpen’e çeviriyor.

Nedense bizim halk yanlışı çok sever. O güzelim ‘muhatap’ kelimesini de ‘muhattap’ yaptılar son zamanlarda. Öyle bir kelime yok. Hatip, hitap, muhatap var. 

Yüksek okullardan çıkmış hatta akademisyen olmuş insanlarda bile ‘yanlız’ kullanımını görünce midem bulanıyor inanın.

Ana diline özen göstermeyen insanın, düşünceleri de düzgün olamaz. Uydurukluk düzeyinde kalır.

Eğer kullanımı ‘eğer ki’ oldu. Ki’ye ne gerek vardı da eklediniz.

Dil fukarası Çiller’in de bir hediyesi yapıştı kaldı: ‘Dün itibarıyla’… Dün varken niçin bu kullanım devreye girdi anlamak mümkün değil.

Bir de yüzyılların sözü ‘Kol kırılır yen içinde’yi değiştirip, ‘Kol kırılır yen içerde kalır’ yaptı. Herkes (Her kez değil, domatez, patatez de değil)  böyle kullanıyor artık. Peki yen mi içerde kalıyor, kol mu?

Bu saçmalıklara ne gerek var?

Gelelim lumpene

Bu kelimeyi Karl Marx Lumpen Proletariat olarak kullanır ve işçi sınıfı mücadelesine zarar veren bir güruh olarak niteler.

Lump kelimesi Almanca’dır,  ‘paçavra’ anlamına gelir. Zaten Dr. Hikmet Kıvılcımlı da bu kavramı ‘Paçavra proleter’ diye çevirmişti.

Lumpen, kumaş değil paçavra, bütünden kopmuş, paçavralaşmış bir bez parçası.

Burada ‘kopmak’ tarifi önemli çünkü bizim halk eskiden beri bu tiplere ‘kopuk’ der. ‘Mahalleye kopuk doldu’ sözünde olduğu gibi.

Bu son derece güzel kullanımında ‘kopuk’, değerlerden, insanları bir arada yaşatan geleneklerden, aile görgüsünden kopmuş anlamındadır ve doğrudur.

Bu kitle köy değerlerinden ve yasaklarından kopmuş, kim kime dumduma yaşanan şehirlerde her türlü rezilliği yapma özgürlüğü olduğunu sanan ve işin kötüsü bunu başaran insanlardan oluşur.

Köydeki ‘Elalem ne der?’ kaygısı ortadan kalktığı için, orada cesaret edemediği kapkaç, tecavüz, saldırı gibi barbarlıkları kolayca icra eder.

Türkiye’nin belini kıran ve ‘Ben de isterem’ feryatlarından kaçak mahallelere uzanan, şehrin yüzde 80’ini kanunsuz yapı haline getiren, yeme içme kültüründen, kadın-erkek ilişkilerine kadar her konuda suç işleme eğilimine giren, bu sürecin sonunda idareyi de ele geçiren ‘lumpen’ kitleyi gözardı eden hiçbir analiz yerine oturmaz.

Kitaplarımda da yer alan, yüz kez yazdığım bir örneği tekrarlayayım: Şehre ilk geldiğinde her şeye şaşıran, yüzü kızaran, efendi Şaban, zamanla imar aflarıyla kaçak bina sahibi oldu, oğluna kebapçı açtı, kendisi iktidar partisine girdi ve o efendi adamın yerini  ‘Adam olun lan!’ diye haykıran Recep İvedik aldı.

Türkiye’ye ne oldu diye soruyorsanız üst üste bir Şaban bir de İvedik filmi izleyin. En doğru tahlil orada.

Kadın cinayetlerinden sokaktaki cinsel saldırılara, pedofilinin artışından piknik alanlarını, kıyıları çöplüğe çevirişimize kadar her musibetin altında yatan çarpık bir kültür dönüşümünün içindeyiz. Yani Marmara müsilajı gibi her alanı kaplayan lumpen kültürünün yarattığı boğucu ve tehlikeli bir ortamın tam içinde.

Serbestlik kavramı

Kimse yanlış anlamasın. Şehre göç bir vakıadır ve ister önce ister sonra gelmiş olalım, hepimiz göçmeniz. Paleolog sülalesinden ya da tebaasından değilsen İstanbul’da göçmensindir zaten.

Ayrıca, yeni gelen ailelerde de son derece değerli, insani değerlere sahip dostlarımız var.

Buradaki fark medenileşmenin ilk koşulu olan ‘şehir serbestliği’ kavramı.

Serbest, bugün kullandığımız özgür, istediğini yapan kişi değildir. Tam tersine başı bağlı olana SERBEST (Farsça ser ve best), başıbozuk olana SERSERİ denir.

Şehirde oturmanın bazı sorumlulukları ve bunlara uyum gösteren insanın elde ettiği haklar vardır. Bu yüzden şehre kayıtlı, başı bağlı kişilere SERBEST denir.  Hakları başı bozuklara göre daha fazla olduğu için bir anlam kayması olmuş ve bu avantajlara sahip olan, kurallara göre yaşayan kentlilere SERBEST denilmiştir. (Bürger gibi). Şehirde yaşamanın kuralları vardır ve bunlara uymamak özgürlük, serbestlik değildir.

Rebetika

İzmir’den göçeden Rumların yarattığı müziğe verilen rebetikanın kelime kökeni çok tartışılmıştı ve hala sürmekte bu tartışmalar. Bu isim ‘Rebet asker’ deyiminden türemiştir. Rebet kelimesinin ‘rabıta’ ve Arapça ribaat’la ilgisi olduğu açık. Ya ‘rabıtasız, bağlantısız, başıbozuk’ anlamında kullanılırken bu şekle bürünmüş ya da çeteleşmiş, kendi içinde irtibatlanmış asker anlamında. Ama bu kavramın da ‘bağlantı ve kopuk olma durumuyla’ bir ilgisi olduğunu düşünüyorum.

Ve lumpen burjuvazi

Lumpenleşme sürecini, ilk başta size çok garip gelecek ‘lumpen burjuva’ kavramıyla beraber kullanmamız gerekiyor.

Yoksul da zengin de (istisnalar hariç) bir lumpenleşme anaforuna kapılmış gidiyor.

Bugün bir itibar ifadesi olan burjuvazi, ortaya çıktığı dönemde, çok para kazanan ama eskiden bizde ‘Hacıağa’ sonradan ‘kıro, maganda’ denilenlere benzer bir topluluktu. Ama önlerinde taklit edebilecekleri, özenebilecekleri bir soylu, asilzade grubu vardı. Onların  yolundan giderek evlerinde edebiyat suareleri düzenlediler, Fransız edipleri, şairleri, filozofları davet ettiler, kitap okudular, çocuklarına yüksek kültür eğitimi aldırdılar ve yavaş yavaş itibar kazanarak bugünkü konuma gelebildiler.

Bizde ise Rum, Ermeni, Yahudi, levanten tüccarların varlıklarına büyük ölçüde el koyarak aniden yaratılan ‘milli burjuvazi’ para kazandı ama taklit edebileceği bir aristokrasi yoktu. Çünkü Osmanlı ailesi, karşısına çıkan ailelerin hepsini ‘kanı ve malı helaldir’ fetvalarıyla yok etmişti. Türk beyliklerini de ortadan kaldırmış olduğu için soylu Germiyanoğlu, Karamanoğlu, Akkoyunlu, Aydınoğlu, Saruhanoğlu, Menteşeoğlu beyleri de kalmamıştı ortalıkta.

Bu süreç, para kazanan ve halkın deyimiyle ‘sonradan görme’ olan ailelerin de hızla lumpenleşmesi sonucunu doğurdu. Çocuklarını dünyanın en iyi okullarına da gönderseler, tek boyutlu, popüler kültür düzeyini aşamayan nesiller yarattılar.

Kısacası bu lumpenleşme sürecinden kurtulmadan Türkiye’ye rahat yok. Hükümet vs buzdağının ucu.

Altındaki dev kütleye bakalım biz.