11 Kasım
Bugün Atina’ya uçuyoruz. Yaş günüm için. Benim için ilk. Heyecanlıyım. Sabah erken hareket ediyorum, önce İstanbul. Orada doktor ve banka işlerim var. B’ zaten orada. Herkes kendi işlerini halledince havaalanında buluşacağız. Sonra da saat 8 uçağıyla ver elini Atina.12 Kasım
Dün akşam otele varmamız neredeyse 10’u buldu, o saatten sonra da çıkıp bir şeyler yemedik. Otelde hallettik akşamı, zaten yorgunluktan pestilim çıkmıştı, erkenden paydos. Bugün sabahtan, her turistin yapması gerektiği gibi önce Akropol, biraz müze falan derken öğlen Stavriani’nin tavsiye ettiği Diporto diye bir yere gittik. Yer altında, salaşın da ötesinde ama acayip yerli bir yer. Bizdeki merdiven altı yerlerin muadili. Stavriani muhakkak nohut yiyin demişti, bir de o gün ne balık varsa. Öyle yaptık. İri boy istavrit vardı, onları kömürde pişirdi adam. Nohut da lokum gibi pişmişti. Ama benim için en güzeli ılık favaydı. Suluca, üstünde kırmızı soğan halkaları, kapari ve zeytinle. Tuz favaya o kadar yakışıyor ki. Tabii bir de limon. Eskiden, ben büyürken Ayvalık’ta favayı tuzlu balık ve biber turşusuyla servis ederlerdi. Artık kimse öyle yapmıyor. Yapmayı bırak, bilmiyorlar dahi. Öğleden sonra turlamaya devam ettik, sonra neredeyse 20 bin adım atmış olarak otele döndük. Akşama ne yiyeceğiz diye bakınırken, bir de baktık ki yaya kalmışız. Farkında değiliz, günlerden cuma ve her yer çakılı, hiçbir yere rezervasyon yapılamıyor. Gördün mü, önceden düşünmedik, cuma akşam yemeği yalan oldu. Ama ne beis, güzel bir bara gittik, nefis bir Atina manzarası karşısında keyfimizi yaptık.