Bugünkü demokrasi kuramı son iki yüzyılda hayat buldu. Kapitalizmin gelişmesi ile beraber olgunlaştı ve çok kapsamlı, karmaşık bir modele dönüştü. Bugün ise demokrasi yeni bir kriz evresinde. Otoriter ve popülist liderlere karşı güçlü cevaplar veremiyor. Demokrasi meselesini en basit anlamda yeniden düşünmeliyiz
Demokrasi bir toplumun kendi kendini yönetmesidir. En basitleştirilmiş şekliyle düşünelim. Ahali bir yerde toplanır, ortak meseleleri hakkında tartışmaya başlar. Farklı fikirler dile getirilir. Bu forumda fikirleri dile getirenler toplum içindeki farklı grupların sözcüleri olarak öne çıkar. Sonunda bazı fikirler forum tarafından kabul edilir, bazıları edilmez. Alınan kararlar kural haline gelir. Herkes bu kararlara uyma yükümlülüğü altına girer.
Bu kararları uygulamak için ise bir icra kurulu gerekmektedir. Bu kurul da forumdaki ahali tarafından belli süreler için seçilir. İcra kuruluna forumda alınan kararları uygulamaları için yetki verilir. Bunun yanında icranın alınan kararları doğru ve amacına yönelik uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için bir de denetleme kurulu oluşturulur. Bu icra ve denetleme kurulu birbirinden bağımsız olur. Tüm bunlarda asıl egemen otorite ise forumu dolduran ahalidir. Onlar isterse eski kararları ilga eder, yeni kararlar alırlar. İcra yetkilerini kullananları görevden alır ve değiştirirler.
Bu sürecin iyi işlemesi için bazı usullere gereksinim duyulur. Mesela bu foruma kimler katılacak, diğer bir deyişle yurttaşlar kimlerden oluşacak? Fikir beyan edenler hangi sırayla ne kadar konuşacaklar; oylama nasıl yapılacak; icra kurulu ve icranın lideri, aynı şekilde denetleme kurulu nasıl belirlenecek, nasıl görevden alınacak?
Demokrasi denen kolektif mekanizmanın işlemesi hiç kolay değildir. Forum bir türlü karar veremeyebilir, kavga dövüş çıkabilir. Farklı gruplar toplumun ortak meseleleri yerine grup önceliklerini dayatabilirler ya da birbirlerini bu şekilde suçlayabilirler. İcra kurulu olağan üstü halde yetkilerinin artırılmasını isteyebilir. Denetleme kurulu kendini yeterince bağımsız hissetmez ise denetleme yapamaz, icra kurulunun manipülasyonuna hedef olabilir... Daha birçok farklı ve ilginç mesele ve konular ortaya çıkabilir.
Temsili demokrasi
Toplumlar genişledikçe ahaliyi bir forumda toplamak fiilen imkânsız hale gelir. Onun da ötesinde bazı kişilerin bu yurttaşlık hakkını benimseseler bile foruma gelip ortak meseleler hakkında görüşlerini öne sürecek vakit ve ilgileri yoktur. O zaman bazı yurttaşların farklı grupları temsilen foruma katılmaları gerekmektedir.
Burada da ilginç sorular oluşur: Mesela bu temsilciler nasıl belirlenecek? Bir grubu temsil etme yetkisi ve kapasitesi nasıl oluşur? Seçimle mi? Yoksa bazı kişiler, mesela bilgilerinden ya da bazı statülerinden ötürü, doğal olarak temsilci niteliğini taşır mı? Ama daha önemli bir soru bizi bekler: Bu temsilciler mensubu oldukları kitleyi temsil ederken o kitlenin tembih ettiği konularda ve sınırlarda mı fikir beyan edeceklerdir? Yoksa düşüncelerinde görece özgür mü olacaklardır? Temsilci ile temsil edilen arasındaki ilişki nasıl kurgulanacaktır?
Forum, icra ve denetleme kurulları
Aslında demokrasi tarihinin ve teorisinin en zor sorularından biri temsilin yöntemi ve niteliğidir. Temsilci temsil ettiği kitleyi nasıl kafasında tasarlar? Eğer temsilciler bir araya gelip, “Biz bir grup halinde belli bir kesimi temsil ediyoruz” diye ilan ederse, yani bir tür siyasi partiye dönüşürse, o zaman temsilcilerin başkanı ve diğer yönetim kurulları nasıl belirlenir? Peki bu temsil grupları (partiler) sadece temsil ettikleri kesimin mi çıkar ve fikirlerini dile getirirler yoksa toplumun genelinin çıkar ve fikirlerini mi? Halk onu temsil eden forumu (parlamento) seçecek. İcra kurulu (yürütme) ise ya forum tarafından ya da o da ayrıca halk tarafından seçilecek. Eğer icra kurulu forum tarafından seçilir ise, o zaman aslî yetki toplumu temsil eden forumda teşekkül edecek; icranın başı ise halkı temsil eden foruma karşı sorumlu olacak
demektir.
Ama eğer icra (ve onun lideri de) halk tarafından seçilirse, ilginç bir felsefi sorunla karşı karşıya kalırız: halkın gerek forumu gerek icrayı ayrı ayrı seçtiği bir ortamda forum/parlamento ve icra arasındaki ilişki farklı fonksiyonları olan iki eşit güç arasındaki bir denge ilişkisi mi olmalıdır? Yoksa fonksiyonlarından ötürü biri diğerinden daha etkin, üstün ve güçlü mü kabul edilmelidir? Yasa çıkarmaktan bütçeye, görevden almadan savaş ilanına birçok konuda yetkiler bu iki güç tarafından paylaşılacaksa burada iş ve güç bölümü nasıl kurulmalıdır?
Aslında yasama ve yürütme arasındaki güçler ayrımı genel kabulden çok daha karmaşık bir meseledir. Ya da şöyle söyleyelim: Yasama ve yürütme ayrımı her konuda olmasa da bazı konularda aslında sadece fiktif bir ayrımdır. Kanun ve kanun hükmünde kararname diyeyim, siz anlayın. Diğer yandan icra kurulunun lideri işleri yürüten bir lider olarak karşımıza çıkar. Onun toplumu temsili bireyseldir, forumun/parlamentonun toplumu temsili ise kolektif. Bir kolektif ya da kurum olarak değil, bir birey olarak ahalinin karşısındadır. Dolayısıyla icranın başındaki kişinin toplumla kurduğu ilişkideki temsiliyet ile forumun yani parlamentonun kurduğu temsiliyet ilişkisi nitelik olarak birbirinden çok ayrıdır. Bu özellikle icranın seçimle geldiği durumlarda böyledir.
Temsil edilmeyenler
Peki ya temsil edilmeyenler? Ya da temsil edilse bile o temsilden mutlu olmayanlar? Diğer bir deyişle forumun dışındakiler ya da kendini forumun dışında hissedenler? Temsili demokraside ciddi bir risk vardır. Eğer temsilciler temsil ettikleri kitlelerden yabancılaşır ise sistem bir tür oligarşiye dönüşür. Profesyonel temsilciler kendi aralarında, birbirleriyle ve çıkar ağlarla yakın ilişki içine girerler. Özellikle temsilcilerin gerekli kaynakları ona sağlayan kişi ve gruplar temsilcileri kendilerine bağlar. Ya da tersi olur, temsilciler temsil güçlerini toplumdaki farklı etkin kişi ve gruplar üzerinde hâkimiyet kurmak için kullanırlar (Ya da bu gruplar ve temsilciler arasında ilginç ortaklıklar oluşur). Her halükârda temsil edenler ve temsil edilenler arasında karşılıklı güvene dayalı dengeli ve açık bir ilişki kurmak hiç kolay değildir. Temsilcilerin oligarşileşmesi demokrasinin temel sorunlarından biridir.
Demokrasinin reddiyesi
Ama temsil edilmeyen ya da öyle hissedenlerin forum dışındaki siyasal faaliyetleri bu kurgu içinde nereye oturur? İnsanlar forum dışında nerede toplanırlar? Mesela kahvehanelerde, salonlarda ya da dini mekanlarda toplanıp, siyasal meseleler hakkında konuşan insanlar tartışa tartışa birbirlerinin fikirlerini nasıl değiştirirler? Forum dışındaki kesimlerin tartışmaları, bu tartışmalardan oluşturdukları fikirler nasıl yankı bulur? Bunlar yazılı hale geçince siyasette ne tür değişiklikler olur. Belki hepsinden önemlisi, temsil edilmediklerini düşünen kesimler eğer kızmaya başlayıp, seslerini yükseltmeye girişirler ise ne olur? Hatta bu ses yükseltme isyana doğru evrilir, isyancılar alternatif forumlar kurar ise...
Siyasal rejimler üzerine kafa yoran düşünürler yüz yıllar boyunca demokrasiyi işlevsel bir rejim olarak görmediler. Burada ana mesele “bilen” ya da Tanrı tarafından seçilmiş insanlar ve kurumlardan ziyade sıradan insanların kendi kendini yönetmesinin toplumun geneli için iyi bir şey olmadığı fikri kadar, demokrasinin her an bir çoğunluk despotizmine, tiranlığa ya da bir toplumsal kaosa sürüklenme riski olduğu anlayışıydı. Demokrasi çok kolayca çoğunluğun ya da kalabalıkların despotizmine dönüşebilirdi. Kalabalıklar rahatlıkla toplumdaki dengeleri sağlayan gelenekleri, kuralları, usulleri düşüncesizce yıkabilir, tarih ve gelecek öngörüsü olmadan, anlık kararlar ile toplumsal hayatı riske atabilirdi...
Diğer yandan birçok düşünür demokratik müzakere için gerekli medeni tartışma platformaları ve usullerinin toplumun geneli için çok da bir şey ifade etmediğini söyledi. Bu düşünürlere göre sıradan ve cahil insanlara kendilerini yönetme hakkı verirseniz, insanlar birbirlerine düşer, anarşi ortaya çıkar.
Ama bazı düşünürlere göre demokraside daha büyük bir risk mevcuttu? Evet demokrasi anarşiye dönüşme tehlikesi olan bir rejimdi. Kalabalıklar ve forumlar bu kaostan kaçınmak için çok güçlü, özel yetkilerle donatılmış liderler seçme eğilimine girerler. Bu liderler sınırlanmaz ise toplumdan aldıkları destek ile tiranlıklarını oluşturabilirler. Diğer bir deyişle demokrasi anarşi ve despotizm arasına sıkışmış, bir şekilde ya anarşiye ya da tiranlığa evrilmesi neredeyse mukadder olan, trajik bir rejim olarak görüldü. Ve yüz yıllar boyunca reddedildi.
Bugün demokrasi
Bugünkü demokrasi kuramı son iki yüzyılda hayat buldu. Kapitalizmin gelişmesi ile beraber olgunlaştı ve çok kapsamlı ve karmaşık bir modele dönüştü. Toplumun kendini yönetme sürecinin alt katmanları oluştu. Zamanla liberal ve sosyal demokratik modeller iyice olgunlaştı. Liberal demokrasi özgürlük temelinde, sosyal demokrasi eşitlik temelinde yeni çerçeveler önerdi. Dışarıda hissedenlerin ve temsil edilmeyenlerin konumları hakkında kavramlar ve kurumlar inşa edildi. Temsili demokrasinin sorunları masaya yatırıldı. Çok daha geniş katılım imkanları üzerinde duruldu. Hukuk demokrasi teorisine derinden nüfuz etti ve demokrasi toplumun kendini yönetmesi meselesinin ötesinde bir tür hukuk ve usuller bütünü olarak yeniden kuruldu. Bu arada hukukla beraber “teknik bilgi” de demokrasiyi çerçeveleyen hatta onu sınırlayan bir unsur olarak öne çıktı.
Bugün ise demokrasi yeni bir kriz evresinde. Bu kriz çoğu zaman otoriter ve popülist liderlerin toplumsal destek alarak ortaya çıkışı ve özellikle demokrasiyi farklı katmanlarda disipline eden unsurlara karşı bir başkaldırı olarak görülüyor. Demokrasiler bu başkaldırıya karşı güçlü cevaplar veremiyor. Özellikle bu güçlü liderliklere karşı güçlü yasama ve parlamentarizmi savunanlar etkili olamıyor. Sanırım üç şey yapmamız gerekiyor. Birincisi demokrasi meselesini en basit anlamda yeniden düşünmeliyiz. Demokrasiyi elimizdeki modellerin kurgusunun dışında yeniden tarihsel bir macera olarak görmeliyiz. İki yazı önce yazmıştım. Mesela bir rejim olarak demokrasi yerine farklı rejimlerde demokratik pratikleri fark etmemiz bize yeni ufuklar açabilir.
İkincisi demokrasiyi her şeyi çözecek bir ideal olarak değil, kendi içinde dram ve trajedileri ile süregelen ve hiçbir zaman idealize olmayacak bir insanlık macerası olarak tahayyül etmeliyiz. Tarihte ne zaman demokratik momentler oluşuyor, sonra bunlar nasıl kurumsallaşıyor, arkasından nasıl krize giriyor ve nasıl çöküyor... Tarihe buradan bakıp demokratik varoluşun yok olmaması için ne yaparız, bu konularda nasıl taktik ve stratejiler geliştirebiliriz? Mesela benim bu aralar önceliklerimden biri meşru muhalefet alanı genişlemese bile nasıl ayakta kalır, bu mesele üzerine kafa yormak.
Üçüncü olarak şunu kabul etmeliyiz: Artık liberal ve sosyal demokrasinin bize önerdiği modeller işlemiyor. Ne mevcut ekonomik şartlar ne baş döndürücü teknolojik dönüşüm ne de dünyanın sonunu getirecek olan çevre krizi bu modellerin ışığında bize yeni ufuklar, çözümler, heyecanlar sağlamıyor. Başka bir model değil belki ama yeni perspektifler üzerine düşünmeliyiz. O zaman da ilk önce zihnimizdeki şablonlardan, her ağzımızı açtığımızda aklımıza gelen ön kabul ve kavramlardan kendimizi kurtarmalıyız. Demokrasiyi mevcut demokrasi tahayyülünden kurtarmalıyız.